Psikoloji hakkında kulağımıza çalınan pek çok şey var: “Beynimizin sadece %10’unu kullanıyoruz”, “Psikologlar zihin okuyabilir”, “Travma yaşayan herkes TSSB yaşar” gibi… Peki, bu duyduklarımızın ne kadarı gerçekten doğru? Günlük hayatta sıkça karşımıza çıkan bu tür iddialar, kulağa mantıklı gelse de çoğu zaman bilimsel gerçeklerle pek bağdaşmaz. İşin aslı, psikolojiyle ilgili pek çok efsane (farkında bile olmadan) zihnimizde yer etmiş durumda.
Bu yazıda, psikoloji alanında doğru bildiğimizi sandığımız ama aslında yanlış olan bazı yaygın mitleri mercek altına alıyoruz. Hadi gelin, birlikte “doğru bilinen yanlışlar” listesini gözden geçirelim.

Psikolojide doğru bildiğimiz yanlışları temsil eden görsel (yapay zeka tarafından oluşturulmuştur.)
Mit 1: “İnsanlar beyninin sadece %10’unu kullanır.”
Bu belki de en sık duyulan psikolojik efsane. Filmlerden kitaplara, motivasyon konuşmalarından sosyal medya gönderilerine kadar her yerde karşımıza çıkıyor. Ancak bilimsel verilere göre bu iddia tamamen yanlış.
Beyin görüntüleme yöntemleri (fMRI gibi) sayesinde, insanların farklı görevler sırasında beyninin neredeyse tamamını aktif şekilde kullandığı net biçimde görülüyor. Nitekim, beynin herhangi bir bölgesinin işlevsiz olması ciddi nörolojik sorunlara yol açardı. Yani beynimizin %90’ı boşta duruyorsa, bunun belirtisi hastalık olurdu. Neyse ki öyle değil.
Mit 2: “Zeka doğuştan gelir, sonradan değişmez.”
Zekânın sadece genetikle belirlendiği ve değiştirilemez olduğu yönündeki inanç oldukça yaygın. Oysa araştırmalar, zekânın hem doğuştan gelen hem de çevresel faktörlerle şekillenen bir yeti olduğunu ortaya koyuyor.
Eğitim düzeyi, beslenme, sosyal çevre, stres düzeyi ve hatta duygusal destek, bireyin bilişsel kapasitesini etkileyebilir. Carol Dweck’in “gelişim zihniyeti” (growth mindset) teorisi de bunu destekliyor: İnsanlar, zekâ da dahil olmak üzere birçok bilişsel yeteneğini zamanla geliştirebilir.
Mit 3: “Hipnoz insanları kontrol altına alabilir.”
Popüler kültürde hipnoz, insanların iradesini ele geçirmek için kullanılan gizemli bir araç olarak sunulur. Gerçekte ise hipnoz, derin bir rahatlama ve odaklanma halidir. Kişi hipnoz altındayken dahi kendi değerlerine aykırı davranmaz ve dış etkilere karşı tamamen savunmasız hale gelmez. Hipnoz, terapi sürecinde yardımcı bir teknik olabilir ama kimseyi zombi gibi kontrol etmek mümkün değildir.
Mit 4: “Sol beyin mantıksal, sağ beyin yaratıcıdır.”
Bu mit, insanların ya “sol beyinli” ya da “sağ beyinli” olduğu ve buna göre ya analitik ya da sanatsal bireyler oldukları düşüncesine dayanır. Ancak bilim, beynin iki yarım küresinin sürekli iletişim hâlinde olduğunu ve görevlerin bu kadar keskin biçimde ayrılmadığını gösteriyor.
Örneğin dil, genellikle sol yarım kürede işlenir ama duygusal tonu anlamak için sağ yarım küre de devreye girer. Kısacası, hepimiz beynimizin her iki tarafını da kullanıyoruz, hem de sürekli.
Mit 5: “Travma yaşayan herkes mutlaka TSSB geliştirir.”
Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), ciddi ve gerçek bir psikolojik sorundur. Ancak her travma yaşayan birey bu bozukluğu geliştirir demek doğru değildir. İnsanlar travmalarla farklı şekillerde baş eder. Sosyal destek, bireyin psikolojik dayanıklılığı ve travmanın niteliği gibi faktörler TSSB gelişimini etkiler. Dahası, bazı bireyler yaşadıkları zorlu deneyimlerden sonra “travma sonrası büyüme” yaşayarak daha güçlü bir benlik duygusu da geliştirebilirler.
Mit 6: “Psikologlar zihin okuyabilir.”
Filmlerde bir psikolog, danışan daha ağzını açmadan geçmişini tahmin eder, travmasını çözer ve neredeyse sihirli bir çözüm üretir. Gerçekte ise psikologlar zihin okuyamaz. Onlar, bilimsel yöntemlere ve terapötik becerilere dayalı olarak bireyin yaşantılarını anlamaya çalışan uzmanlardır. Terapi süreci zaman alır, güvene dayanır ve karşılıklı iş birliğiyle ilerler. “Psikologlar her şeyi bilir” algısı, gerçek dışı beklentilere yol açabilir.
Mit 7: “Şizofreni, çoklu kişilik bozukluğudur.”
Bu iki rahatsızlık halk arasında sıkça karıştırılır. Oysa şizofreni, gerçeklikten kopma, halüsinasyonlar ve sanrılarla seyreden bir psikotik bozukluktur. Çoklu kişilik bozukluğu (günümüzdeki adıyla disosiyatif kimlik bozukluğu) ise bir kişinin farklı kişilik durumlarına sahip olmasıyla ilgilidir.
Şizofreni “kişilik bölünmesi” değil, algı ve düşünce bozukluğudur. İkisi tamamen farklı tanı kategorilerinde yer alır.
Netice olarak psikolojiyle ilgili bu tür mitler sadece bilgi kirliliğine neden olmakla kalmaz, aynı zamanda bireylerin ruh sağlığına bakışını da olumsuz etkiler. “Psikolog zihin okur” ya da “Zekâ değişmez” gibi inançlar, hem kişisel gelişimi hem de psikolojik yardım süreçlerini sekteye uğratabilir.
Bu nedenle doğru bilgiye ulaşmak, psikolojik içerikleri eleştirel bir gözle değerlendirmek ve bilimsel düşünceye dayalı kaynaklardan faydalanmak oldukça önemlidir. Unutmayalım: Psikoloji bir bilimdir. Ve her bilim dalında olduğu gibi burada da mitlerden çok gerçeklere ihtiyaç vardır.

