İtalya'nın kuzeybatısında, Milano kentinin yaklaşık 20 kilometre kuzeyinde yer alan Seveso kasabası, 1976 yılında çevresel ve sağlık açısından ciddi sonuçlar doğuran bir endüstriyel kaza ile dünya gündemine oturmuştur. 10 Temmuz 1976 tarihinde, Seveso yakınlarında bulunan ve ICMESA adlı kimya şirketine ait bir tesiste triklorofenol (TCP) üretimi sırasında bir reaktörde meydana gelen kontrolsüz tepkime sonucunda toksik bir gaz sızıntısı yaşanmıştır.
Patlama sonrası atmosfere karışan beyaz gaz bulutu, yüksek oranda dioksin (TCDD) içermekteydi. Dioksinler, bilinen en tehlikeli çevresel kirleticilerden biri olup, son derece düşük dozlarda dahi ciddi biyolojik etkilere yol açabilmektedir. Olayın hemen ardından bölgede çok sayıda küçükbaş hayvan ve kuşun aniden ölmesi dikkat çekmiştir. Bu durumun nedeni ancak birkaç gün sonra anlaşılmış, halk arasında cilt lezyonları ve mide-bağırsak rahatsızlıkları gibi belirtiler görülmeye başlanmıştır.
Resmî makamlar tarafından yürütülen incelemeler sonucunda, Seveso kasabasının geniş bir alanının yoğun biçimde kirletildiği belirlenmiştir. Özellikle rüzgâr yönü ve yayılım modeline göre bazı yerleşim bölgeleri yüksek risk altında bulunuyordu. Bunun üzerine yaklaşık 100 konut tahliye edilmiş, bölge sakinleri başka alanlara taşınmıştır. Uzun vadede çevresel temizleme çalışmaları başlatılmış, Seveso olayı Avrupa’daki çevre ve sanayi güvenliği mevzuatlarının yeniden şekillendirilmesine yol açan bir dönüm noktası haline gelmiştir.
Seveso I Direktifi
Avrupa Komisyonu tarafından 1982 yılında “Seveso I Direktifi” olarak bilinen 82/501/EEC sayılı düzenleme kabul edilmiştir. Bu direktifin temel amacı, tehlikeli kimyasalların neden olabileceği büyük endüstriyel kazaların önlenmesi ve bu tür olayların insan sağlığı ile çevre üzerindeki olumsuz etkilerinin en aza indirilmesidir. Direktif, hangi tesislerin bu kapsama girdiğini tanımlamış ve tehlikeli maddelerle çalışan işletmelere yönelik yasal yükümlülüklerin çerçevesini belirlemiştir.
Seveso Direktifi doğrultusunda, kazaların önlenmesine yönelik olarak sanayi kuruluşlarında görev yapan personelin bilinçlendirilmesi ve düzenli eğitimler alması zorunlu hale gelmiştir. Aynı zamanda, üretim süreçlerinde yüksek miktarda tehlikeli madde bulunduran tesislerin, bu durumu yetkili makamlara bildirmesi ve risk azaltıcı güvenlik tedbirlerini önceden planlaması gerekmektedir.
Yalnızca tesis içi değil, aynı zamanda çevresinde yaşayan halkın da olası riskler konusunda bilgilendirilmesi ve gerekli tahliye ya da müdahale senaryolarının oluşturulması direktif kapsamında ele alınmıştır. Ayrıca, büyük endüstriyel kazaların neden olduğu sonuçların analiz edilebilmesi amacıyla, üye ülkelerin sınırları içerisinde gerçekleşen olayların Avrupa Komisyonu’na rapor edilmesi de bir yükümlülük haline getirilmiştir.
Seveso Direktifi, zaman içinde yapılan güncellemelerle daha kapsamlı hale getirilmiş ve günümüzde “Seveso III Direktifi” adıyla yürürlükte kalmaya devam etmektedir. Bu gelişmeler, çevresel güvenliğin sanayileşme sürecinde göz ardı edilemeyecek kadar önemli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Seveso II Direktifi
1984 yılında Hindistan Bhopal ve Meksika’nın Mexico City şehirlerinde yaşanan büyük endüstriyel kazalar, Avrupa Birliği’nin tehlikeli maddelerin kontrolüne ilişkin düzenlemelerini gözden geçirmesine neden olmuştur. Bu olayların ardından, halkın bilgiye erişimini kolaylaştıran ve denetim süreçlerini güçlendiren yeni düzenlemelerle Seveso II Direktifi (96/82/EC) 1996 yılında yürürlüğe girmiştir. Ancak Enschede, Baia Mare ve Toulouse gibi şehirlerde meydana gelen büyük kazalar, mevcut düzenlemelerin yetersizliğini bir kez daha ortaya koymuştur. Bu olaylardan sonra Seveso II Direktifi 2003 yılında güncellenerek, 2003/105/EC sayılı yeni düzenleme ile daha önce kapsam dışında kalan bazı tesisler de kapsama alınmıştır. Seveso II, tehlikeli maddeleri yalnızca sınır değerlerle tanımlamak yerine, bu maddeleri türlerine ve kategorilerine göre sınıflandırarak, kuruluşların risk seviyelerine göre "alt seviyeli" veya "üst seviyeli" olarak değerlendirilmesine olanak sağlamıştır.Bu dönemde yaşanan önemli kazalar, örneğin 2000’deki havai fişek kazası ve 2001’de Toulouse'daki amonyum nitrat patlaması, tehlikeli kimyasalların depolanmasının ve işlenmesinin ciddi riskler barındırdığını göstermiştir. Bu gelişmelerin sonucunda Seveso II kapsamı genişletilmiş, maden ocakları, sondaj faaliyetleri, termal işlemler ve atık depolama sahaları gibi daha önce dışarıda bırakılan alanlar da yasal düzenlemelere dâhil edilmiştir.

Seveso Direktifinin temel prensipleri(Koraş, 2022)
Seveso III Direktifi
Seveso II Direktifi'nin uygulanmasından sonra, CLP Tüzüğü (1272/2008) ile birlikte kimyasalların sınıflandırılması sisteminde önemli değişiklikler yapılmıştır. Bu değişiklikler doğrultusunda Seveso II'nin güncellenmesi zorunlu hale gelmiş, sonuç olarak Seveso III Direktifi (2012/18/EU) 4 Temmuz 2012 tarihinde yayımlanmış ve 1 Haziran 2015'te yürürlüğe girmiştir.
Seveso III Direktifi, özellikle halkın bilgilendirilmesi, karar alma süreçlerine katılımı ve çevresel şeffaflık gibi konulara öncelik tanımıştır. Bu yaklaşım, Aarhus Sözleşmesi’nin ilkeleriyle uyumlu olarak geliştirilmiştir. Aarhus Sözleşmesi, çevre ile ilgili bilgilere erişim, çevresel karar alma süreçlerine halkın katılımı ve adalete erişim gibi demokratik hakları garanti altına almaktadır.
Yeni direktif ile ayrıca:
- Alt seviyeli tesisler için acil durum planlarının uygulanabilirliği incelenmiş,
- Üst seviyeli kuruluşlara yönelik güvenlik raporu zorunluluğu devam ettirilmiş,
- Büyük Endüstriyel Kaza Önleme Politikası (BKÖP) uygulamasının etkili biçimde hayata geçirilmesi hedeflenmiştir (Doğan, 2015).
Sonuç olarak Seveso III, sadece tehlikeli maddelerin teknik yönetimiyle sınırlı kalmayıp aynı zamanda toplumun güvenliğini artıracak sosyal ve çevresel mekanizmaları da düzenlemiştir.
Seveso Direktifleri Kapsamında Yer Alan Tesisler
Tehlikeli maddelerin belirli eşik miktarların üzerinde bulundurulduğu tesisler, potansiyel büyük kazalara yol açabilecekleri gerekçesiyle Seveso Direktifleri kapsamında özel olarak değerlendirilir. Bu tür tesisler, hem çevresel hem de insan sağlığı açısından ciddi tehdit oluşturabileceğinden, öncelikli korunması gereken kuruluşlar arasında yer alır. Yasal düzenlemelerle birlikte, hangi tesislerin bu kapsama girdiği açıkça belirlenmiş ve bu sınıflandırma, karar verici kurumlar için önemli bir çerçeve sunmuştur.
Ancak, bazı özel durum ve kuruluşlar, bu düzenlemelerin dışında tutulmuştur. Mevzuat kapsamında Seveso Direktifleri dışına alınan başlıca alanlar şunlardır:
- Askeri tesisler ve savunma amaçlı depolama alanları,
- İyonlaştırıcı radyasyon kaynaklı tehlikeler,
- Tehlikeli maddelerin karayolu, demiryolu, deniz, hava ve iç su yollarıyla taşınması ile ilgili süreçler (bu süreçler limanlar, askeri alanlar veya aktarım noktalarındaki geçici depolamaları da kapsar),
- Boru hatları aracılığıyla yapılan tehlikeli madde taşımacılığı (pompalama istasyonları dahil),
- Madenlerin araştırılması, çıkarılması ve sondaj faaliyetleri (taş ve maden ocakları dahil),
- Atık gömme (nihai depolama) sahaları
Seveso III Direktifi kapsamında kalan tesisler ise alt seviyeli ve üst seviyeli olmak üzere iki gruba ayrılmıştır. Bu ayrım, tesisin bulundurduğu tehlikeli madde miktarına göre yapılmakta ve her iki tür tesis için de kazaların önlenmesi, zararın sınırlandırılması ve çevre ile insan sağlığının korunması amacıyla bir dizi yükümlülük getirilmektedir. Bu yükümlülükler; güvenlik raporları, acil durum planları, risk analizleri ve düzenli denetimleri içeren kapsamlı bir yönetim sistemine dayanmaktadır.

