KÜRE LogoKÜRE Logo
BlogGeçmiş
Blog
Avatar
Ana YazarRahime Öksüz29 Mayıs 2025 22:08

Tersane Sarayı’ndan Son Hatıra: Aynalıkavak Kasrı

fav gif
Kaydet
kure star outline

17. yüzyıldan itibaren Haliç kıyılarını süsleyen ve günümüzde Aynalıkavak Kasrı adıyla tanınan yapı, Osmanlı İmparatorluğu’nun Dolmabahçe, Topkapı ve Üsküdar’daki saraylarının ardından İstanbul’da yer alan dördüncü büyük sarayıdır. Bölgedeki tersaneden ötürü Tersane Sarayı olarak da anılan bu yapıdan günümüze yalnızca Aynalıkavak Kasrı ulaşabilmiştir. Tarihsel kaynaklardan Bizans döneminde imparatorların dinlenme ve gezinti yeri olduğu tahmin edilen koruluğun üzerinde bulunan saray arazisinin Okmeydanı, Hasköy ve Kasımpaşa arasındaki geniş bölgeye yayıldığı bilinmektedir. 

Tarihi

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Osmanlı sultanlarının da ilgisini çeken bu büyük koruluktaki ilk yapılaşmanın tarihi, Fatih Sultan Mehmed dönemine dek inmekte ve burada inşa edildiği kesin olarak bilinen ilk kasır ise Sultan I. Ahmed dönemine tarihlenmektedir. Tarihsel süreç içinde padişahların yaptırdığı kasırlarla gelişen ve “Tersane Sarayı” olarak anılan bu yapılar topluluğu; 17. yüzyıldan başlayarak “Aynalıkavak Sarayı” olarak da adlandırılmıştır. Kompleksin saray hüviyetine kavuşmasının Kanuni Sultan Süleyman dönemine rast geldiği söylenmektedir. Hafız Hüseyin Ayvansarayi’nin eseri Hadikatüʹl‐Cevâmi’de yer alan bilgiye göre Kanuni Sultan Süleyman bu korulukta birkaç kasır ve havuzun yer aldığı pek çok yapı inşa ettirmiştir. Takip eden dönemde eklenen yeni binaların sayısı yıldan yıla artmıştır. 1800’lü yıllara gelindiğinde o zamana dek Emlak-i Hümayun’a dahil olan saraya ait yapılar, hem tersane alanının yıldan yıla genişlemesinden ötürü hem de III. Selim’in yenilik hareketleri kapsamında tamamıyla yıkılmıştır. Tersane Sarayı’ndan geriye kalan tek yapı ise olan Aynalıkavak Kasrı olmuştur.

XVIII. Yüzyıl Geleneksel Osmanlı Mimarisi Örneği

Ağırlıklı olarak 19. yüzyıl saray, köşk ve kasırlarından oluşan Millî Saraylar yapıları arasında daha erken dönemlerden günümüze gelmiş tek yapı olan Aynalıkavak Kasrı geleneksel mimarîsi ve dekorasyon özellikleriyle son derece ayrıcalıklıdır. III. Selim, II. Mahmud ve II. Abdülhamid dönemlerinde tersane alanına yapılan yeni eklemeler nedeniyle denizden içeride konumlanan kasır, XVIII. yüzyıl Osmanlı mimarisinin geleneksel özelliklerini gözler önüne sermektedir. Bugünkü biçimi bakımından, uzun bir eksen üzerinde bulunan çifte divanhane etrafında kurulmuştur. Eksen ve sofaların bir tarafında arz odası, iki oda, iki hela ve alt kata inen merdiven; diğer tarafta iki oda, hela ve giriş sofası yer alır. Kasır meyilli arazi üstünde olduğundan altında bir bodrum katı bulunmaktadır. Okmeydanı tarafındaki divanhanenin dışında III. Selim zamanında yapılmış bir sundurma vardır. Okmeydanı tarafındaki divanhanenin üstünde içeriden belirlenmeyen dilimli ahşap bir kubbe bulunur. Daha eski yapı elemanlarının üstlerine III. Selim zamanında kaplama yapılarak yeni zevke göre alçı pencereler, duvar ve tavan süslemeleri işlenmiştir. Sarayın eski eşyasından büyük bir avize, değerli bir mangal ile altın yaldızlı bir kanepe kalmıştır. Kasrın bahçesinin dışarı açılan avlu kapılarından Tersane kapısının üstünde, pencereli yüksek kasnaklı bir kâgir kulübe vardır ki padişahın Tersane’yi seyretmesi için yapıldığı söylenir. Bu ufak eklentinin Bizans mimarisi üslûbunda oluşunu, Türk sanatına XVIII. yüzyılda giren yabancı tesirlerin bir işareti olarak kabul etmek mümkündür.


Beş oda bir sofa ile konukların kabul edildiği bir arz odası bulunmaktadır. Sultan III. Selim’in altın yaldızlı tuğrası, kasrın divanhane bölümünün tavan eteğinde yer alır. Aynı zamanda divanhane ve beste odasında pencere üstlerinden dolaşan bir frizde, dönemin tanınmış şairleri Şeyh Galip ve Enderunlu Fazıl’ın, kasrı ve III. Selim’i öven şiirleri, Hattat Mehmed Esad El Yesari tarafından ta‘lik hat ile yazılmıştır. Kasrın has oda kısmında ise dönemin ünlü şairlerinden olan Şeyh Galip’e ait 36 beyitlik bir başka şiir de yine Yesarizade Mustafa İzzet Efendi tarafından yazılmıştır.


Deniz cephesinde iki, kara cephesinde tek katlı kütlesiyle Osmanlı klasik mimarlığının son ve ilginç yapılarından biri olan kasır; süsleme açısından da çağının beğenisini yansıtmakta, özellikle besteci Sultan III. Selim dönemi kültürünün pek çok ögesini bünyesinde barındırmaktadır. Aynalıkavak Kasrı, geniş saçaklarla bezeli çatısı, dekorasyonda yer verilen şık sedirleri, geleneksel ısıtma biçimini oluşturan mangalları, alçı oymalara cam parçalarının yerleştirilmesi yöntemiyle yapılan revzenli tepe pencereleri ve çağın tüm beğeni anlayışını yansıtan detaylarıyla klasik Osmanlı mimarisinin günümüze ulaşan en zarif miraslarından bir tanesidir.

Aynalıkavak Kasrı’nda Musiki

Lale Devri’ne özgü kültür, sanat ve mimari anlayışının tüm unsurlarını yansıtan Aynalıkavak Kasrı, 1789 ile 1807 yılları arasında padişah olan ve sanata, özellikle de musikiye olan ilgisiyle bilinen III. Selim’in hem istirahat ikametgâhı olarak kullandığı hem de pek çok eserini bestelediği yer olarak bilinmektedir. İyi bir tanburi, aynı zamanda neyzen olan III. Selim; Sûz-i Dilârâ, Şevk-efza, Şevk-u Tarab, Arazbarbûselik, Nevakürdi makamlarını kazandırdığı Türk Musikisi’ne yeri doldurulmaz bir katkı sunmuştur. Öyle ki III. Selim ve onun öncülük ettiği musiki anlayışının izleri, takip eden onlarca yıl boyunca Türk Musikisi’nin zenginleşmesine vesile olmuş ve III. Selim Dönemi bu anlamda yeni bir ekol sayılmıştır. Tanburi Ortaköylü İzak’tan tanbur ve Kırımlı Ahmed Kamil Efendi’den ise usul ve meşk dersleri alan III. Selim’in altmıştan fazla eser bestelediği sanılmaktadır. III. Selim bu üretkenliğinin dışında Pesendide, Evc-ara, Neva Buselik, Rast-ı Cedid, Pesendide, Şevkutarab, Tahir Buselik, Zavil gibi makamlar üzerinde terkip çalışmaları yapmıştır.


Bugün Aynalıkavak Kasrı’nın zemin katı, içerisinde yapılan onca bestenin, duvarlarında çınlayan, pencerelerinden süzülen her bir nağmenin anısına uygun olarak, III Selim’in ve dönemin musiki ruhunu gözler önüne seren bir anlayışla Aynalıkavak Kasrı Musiki Müzesi olarak düzenlenmiştir. Türkiye’nin ilk musiki müzesi olma vasfını taşıyan ve Türk musikisini koruma ve yaşatma amacıyla ziyarete açılan müze, yine musikimize önemli eserler vermiş olan Sultan Abdülaziz’in oğullarından Şehzade Seyfettin’in kızı merhume Gevheri Sultan’a ait olan otuzdan fazla müzik aletine ev sahipliği yapmaktadır. Aynalıkavak Kasrı’nda bir musiki müzesi kurma fikri ilk olarak Sultan II. Abdülhamit’in torunlarından Gevheri Osmanoğlu’nun girişimleriyle ortaya çıkmıştır. Sultan’ın kendisinin kullandığı tanbur, ud, kemençe ile birlikte minyatür bir saz, koleksiyonunda yer alan keman, notalar, dergiler ve taş plaklar, varisleri tarafından sergilenmek üzere müzeye bağışlanmıştır. Müzede, mimar ve koleksiyoner Zeki Bülent Ağcabay’ın 2014 yılında bağışlamış olduğu 25 Türk musikisi sazının yanı sıra, kıymetli bazı başka sazendeler ile entelektüellerin bağışlarından derlenen çok sayıda saz da bulunmaktadır. Ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediyesi Koleksiyonu’na ait sazlar ile Topkapı Sarayı Müzesi’nde bulunan görsel kaynaklar ve kimi kurum ve kişilerin armağan ettiği çalgıların bir araya getirilmesiyle Türk Çalgıları Sergisi mekânına dönüştürülmüştür. Aynalıkavak Kasrı koleksiyonunda toplamda 65 adet saz, 200 üzerinde taş plak, çok sayıda nota ve basılı eser bulunmaktadır. Aynalıkavak Musiki Müzesi’nde zaman zaman kasrın yüzyıllardan günümüze ulaşan sanat ve musiki dolu geçmişini yaşatmak ve bu kültürel mirası yeni nesillere aktarmak üzere çeşitli konserler ve dinletiler düzenlenmektedir.

Aynalıkavak İsmi

Venedik Cumhuriyeti’yle 1718’de imzalanan barış antlaşmasının arkasından Venedik’ten hediye olarak büyük ve değerli aynalar gelmiş ve bunlar Tersane Sarayı’nın iç duvarlarını süslemede kullanılmıştır. Bu sebeple “Kavak kadar uzun endam aynaları” sözünün Aynalıkavak adına dönüşmüş olduğu ve buranın artık bu adla tanındığı söylenmektedir.

XIX. yüzyılda Mıgırdıç Melkon adında bir sanatkârın yaptığı ve Aynalıkavak Sarayı’nı gösteren kabartma bir resimde ise sarayın dışındaki kavak ağaçlarından birinin gövdesine bir ayna parçasının gömülmüş olduğu görülmektedir. III. Ahmed devrinde İstanbul’a gelen ve Aynalıkavak Sarayı’na girme imkânını bulan Aubry de La Mortraye, sarayın bu odalarındaki irili ufaklı aynalardan aldığını bildirir. Melling ise buranın adının hep yanlış açıklandığını, aslında güneş vurduğunda yaprakları ayna gibi parıldayan bir çeşit kavak ağacına bu adın verildiğini ve burada evvelce bu cins çok yaşlı bir kavağın bulunduğunu yazar. Tarihsel kaynaklara göre ise saray çok daha önceleri bu adla bilinmektedir. 1639 Kasımından 1641 Şubatına kadar İstanbul’da kalan Du Loir, duvarların delik olduğunu, bu yüzden de sadece aynalardan yapılmış hissi verdiğini ve buraya Ayna Saray denildiğini yazmıştır. 1710’da sarayın resimlerini yapan İsveçli mühendis Loos da burayı Ayna Sarayı olarak adlandırır. Bu nedenle Tersane Sarayı’na verilen adın Venedik’ten gelen aynalarla ilgili olmayıp daha eski olduğunu söylemek daha doğrudur. İbrahim Hakkı Konyalı’nın ileri sürdüğü bir başka görüşe göre ise ok hedeflerine ayna ve bunların desteklerine kavak denildiğinden saray, adını komşusu olan Okmeydanı’ndan almıştır. 

Aynalıkavak Kasrı Görkemli Bir Sarayken

Aynalıkavak Sarayı’nın henüz bütünlüğünü koruduğu sıralarda yazılmış iki arşiv belgesi Haliç kıyısındaki bu büyük saray topluluğunun genel düzeni hakkında bilgi vermektedir. Bunlardan ilki “Aynalıkavak Sarây-ı Hümâyunu’nda vâki Balıkhâne Kasrı tabir olunan Kasr-ı Hümâyun” hakkında bir keşif raporudur. Burada ahşap kubbeli bir kasır, bitişiğinde bir abdest odası, iki adet Taht-ı Hümâyun Kasrı ve hamamdan bahsedilmiştir. Bahriye arşivinde bulunan ikinci belge ise saray yıkılmadan önceki durumu daha iyi ifade eder. Bu keşfe göre, o sırada Aynalıkavak Sarayı sınırları içinde üçü büyük üçü küçük altı köşk vardır. Bunların dördü haremde, ikisi mabeyindedir. Büyük köşklerden biri, üzeri kiremit örtülü, iki katlı Dâire-i Hümâyun olup 1162 zira yer kaplar. İkincisi, kurşun örtülü, içi işlemeli ve kıyıda olan 264 zira yer kaplayan Namazgâh Köşkü’dür. Üçüncü köşk ise 979 zira büyüklüğünde Has Oda Daire-i Hümayunu’dur.


Sarayın bütünü 15.000 kare arşın büyüklüğünde bir sahayı kaplamakta, arkada setler hâlinde yükselen 9.000 kare arşın ölçüsünde bir de bahçesi bulunmaktadır. Haliç’ten bakıldığında 4.300 arşın ölçüsündeki iki katlı harem dairesi görülürdü. Kurşun kaplı kubbeli, alemi ve feneri altın yaldızlı Has Oda’nın bir kısmı divanhaneydi. Bu bölümün etrafında Enderun Dairesi ile hamam, daha ileride ise Silahdar Ağa ve Has Odabaşı daireleri vardı. Has Oda Köşkü ile kıyı arasında birbirine bir geçitle bağlantılı küçük bir cami ile Namazgâh Köşkü bulunuyordu. Kâgir hazine dairesi, Hazinedar ustalar dairesi yanındaydı. Onların yanında da Darüssade ağaları dairesi bulunuyordu. Gerilerde ise diğer ağa ve bekçilere ait daireler vardı. Saray meyilli bir araziye yayıldığından setler hâlinde yükseliyor ve dolayısıyla arkadaki binalar, hatta büyük havuz da Haliç’ten görülebiliyordu.

Görkemli Sarayın Kasra Dönüşümü

Tersane Sarayı IV. Mehmed devrinde bir yangın felâketi geçirmiş, haremden çıkan ateş kısa sürede burayı sarmış, oradan da padişah kasrına atlamıştır. Tarihçi Silâhdar Mehmed Ağa da bostancılardan olduğundan bu yangını söndürme işine katılmış ve ancak bir duvar örülerek yangın önlenebilmiştir. IV. Mehmed derhal sarayın tamirini emrettiğinden kısa bir müddet sonra inşaat tamamlanmıştır. Böylece Tersane Sarayı’nın yapılan tamir çalışmalarıyla eskiden olduğu parlak durumu korunmaya çalışılmıştır.


III. Ahmed devrinde Haliç ve bilhassa buraya dökülen Kağıthane deresi, sevilen bir mesire yeri olduğundan saray da bakımlı tutulmuştur. Osmanlı Devleti ile Rusya arasında imzalanan Küçük Kaynarca Antlaşması'nın bazı maddelerinin açıklığa kavuşması için iki devletin temsilcileri Aynalıkavak Sarayı’nda bir araya gelerek görüşmüş ve bu görüşmeler sonunda Aynalıkavak Tenkihnamesi adıyla anılan yeni bir antlaşma imzalanmıştır. Saray bu anlaşmanın yapıldığı yıllarda ise artık harap olmaya başlamıştır.


Sultan I. Abdülhamid’in son yıllarında Sadrazam Koca Yusuf Paşa, sarayı birkaç defa gezerek acele tamir edilmesi gerektiğini görmüş ve 7 Ağustos 1787 de tamir çalışmalarına başlanmıştır. Bu tamirle ilgili tarihler şair Süruri’nin divanında bulunmaktadır. XVIII. yüzyıl sonlarında Aynalıkavak Sarayı’nın yabancı elçi ve temsilcilerle yapılacak görüşmelerde kullanıldığı, bir çeşit hariciye konağı durumuna girdiği görülür. Ahmed Vasıf Efendi’nin Tarih’inde, burada Rus ve İngiliz elçileriyle yapılan görüşmeler anılmaktadır. Sultan III. Selim ise burada sadece bir ilkbahar geçirmiş ve saltanatının ilk yıllarında Kaptanıderya Küçük Hüseyin Paşa tarafından sarayın tamirine girişilmiştir. Bu tamir bugün Topkapı Sarayı denilen Saray-ı Cedid dışında Haliç kıyısında en büyük saray topluluğu olan Aynalıkavak veya Tersane Sarayı, yenileşme ve tekniğin yurdumuza gelmesi için çabalayan III. Selim tarafından Tersane’nin genişletilmesi uğruna yıktırılmaya başlanmış, sadece büyük Has Oda Köşkü, içi tamamen yenileştirilerek bırakılmıştır. Böylece bu kasır, artık hünkârın harem ve saray halkı ile ilkbaharda içinde yaşayıp Haliç ve Okmeydanı’ndaki gösterileri seyrettikleri bir yer olmaktan çıkarak, bir askerî sanayi merkezi hâlini alan Hasköy’de bu tesisleri arada bir ziyaret sırasında kısa süre kaldığı bir “biniş kasrı” olmuştur.


I. Dünya Savaşı yıllarında ise Bahriye nazırlığı sırasında Cemal Paşa kasrı tamir ettirirken ek binaları ve bu arada harap haldeki hamamı da kaldırtmıştır. Kasrın geçirdiği felaketler ile yapılan düzeltme çabalarından sonra bazı harap olan kısımların direk kaldırılması ve yenileşme hareketlerinin sonucu olarak saray görünümünü kaybetmiştir.

Uzun yüzyıllar Haliç kıyılarına güzellik katan Aynalıkavak veya Tersane Sarayı’nın ihtişamından bugün hiçbir iz kalmamış olmakla beraber, mevcut Aynalıkavak Kasrı bu güzelliklerin geç bir dönemden de olsa son hâtırasını teşkil etmektedir. Ayrıca bu yapı Türk köşk ve kasır mimarisinin henüz eski geleneklerin yaşatıldığı son ve çok başarılı örneklerden biri olarak sanat tarihinde de özel bir yere sahiptir.

Aynalıkavak Kasrı’nda İki Mevlevi: III. Selim ve Şeyh Galib 

Hassas ve sanatkâr yaradılışı, İlhami mahlasıyla yazdığı şiirleri ve Türk musikisine kazandırdığı makamlarla tanınan III. Selim, Divan Edebiyatı’nın son temsilcilerinden olan mutasavvıf Şeyh Galip’e karşı büyük bir bağlılık ve hayranlık duyardı. İkilinin ilk münasebetleri, Sultan Selim’in şairin o dönem dilden dile dolaşan eseri Hüsnü Aşk’ı okumasına dayanır. Mesnevi biçiminde kaleme alınan eserden etkilenen Sultan Selim, o sıralarda Sütlüce’de inzivaya çekilmiş olan Şeyh Galip’den Mevlana Türbesi’nde yer alacak bir puşide için bir beyit yazmasını rica etmiş, Galip Dede de Sultan’ın bu isteğine bir beyit yerine uzun bir tercii bent yazarak karşılık vermiştir.


Çağlarının ötesindeki iki Mevlevi’nin işte bu vesileyle başlayan tanışıklıkları, takip eden yıllarda ise büyük bir dostluğa dönüşmüştür. III. Selim’in, tahta geçtikten sonra karşı karşıya kaldığı zorlu koşullar karşısında adeta bir sığınak olarak gördüğü Aynalıkavak Kasrı’nda, Şeyh Galip’le saatler süren sohbetler yaptıkları rivayet olunmaktadır. Öyle ki Şeyh Galip’in hem Aynalıkavak Kasrı hem de III. Selim için yazdığı pek çok şiir vardır. Bunlardan, bir tanesi bugün hâlâ kasrın Okmeydanı tarafına açılan kapısının üzerinde yer almaktadır. Şairin Aynalıkavak Kasrı’nın güzelliğini ve III. Selim’in kasırda yaptırdığı onarım çalışmalarını konu alan otuz altı beyitlik bir diğer şiiri ise, beste odasının duvarlarını taçlandırmaktadır. Beste odasında bulunan şiirin ana konusu her ne kadar Aynalıkavak Kasrı olsa da, şairin on beş ve on altıncı beyitlerinde; 


“Seni övmeyi ve anlatmayı unuttum,

Söz götürmez bir Padişahsın

Şair ne yapsın’’


şeklinde ifade ettiği üzere Şeyh Galip de Sultan Selim’e karşı büyük bir muhabbet beslemiş, eserlerinde kendisine duyduğu hürmeti sıklıkla ortaya koymuştur. Şeyh Galip’in Sultan Selim için kaleme aldığı övgü dolu bu sözlerinin ardında, kendisi de bir Mevlevi olan padişahın, Mevlevihanelerin ve Mevleviliğin gelişmesine gösterdiği yardım ve katkıların büyük payı vardır.


Şeyh Galip aynı zamanda, III. Selim’in nizam-ı cedit kapsamında hayata geçirdiği reform hareketlerini de daima desteklemiş, eserlerinde Sultan’ın bu yenilikçi girişimleri hakkında övgü dolu ifadelere yer vermiştir. Şeyh Galip ile III. Selim’in yüzyıllardan günümüze aktarılan dostlukları şairin vefatıyla sona ermiş olsa da Aynalıkavak Kasrı’nın her bir köşesi, bugün Galip Dede ve Sultan Selim’in dost meclislerinin akislerini fısıldamaya devam etmektedir.

Kaynakça

Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı. "Aynalıkavak Kasrında İki Mevlevi: III. Selim ve Şeyh Galib." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. 

https://www.millisaraylar.gov.tr/blog/aynalikavak-kasrinda-iki-mevlevi-iii-selim-ve-seyh-galib.


Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı. "Aynalıkavak Musiki Müzesi." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. 

https://www.millisaraylar.gov.tr/muzeler/aynalikavak-musiki-muzesi.


Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı. "Musikinin Sarayı: Aynalıkavak." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. 

https://www.millisaraylar.gov.tr/blog/musikinin-sarayi-aynalikavak.


Musiki Dergisi. "Aynalıkavak Kasrı ve Musiki." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. 

http://www.musikidergisi.com/haber-4909-_aynalikavak_kasri_ve_musiki....html.


T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı. "Aynalıkavak Kasrı." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. https://istanbul.ktb.gov.tr/TR-165583/aynalikavak-kasri.html.


Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. "Aynalıkavak Sarayı." Erişim Tarihi: 30 Mayıs 2023. https://islamansiklopedisi.org.tr/aynalikavak-sarayi.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Blog İşlemleri

KÜRE'ye Sor