İnsan bazen konuşmayı değil, susmayı seçer. Bu suskunluk fiziksel bir yorgunluktan değil, zihinsel ve duygusal tükenmişlikten beslenir. Anlatmak, açıklamak, ikna etmeye çalışmak başlangıçta bir çabanın göstergesiyken, bir noktadan sonra anlamsız bir tekrara dönüşür. Çünkü karşındaki kişinin seni gerçekten anlamadığını fark ettiğin anda, kelimeler yavaş yavaş anlamını yitirir.
Birini sabırla, iyi niyetle dinlemek, sonra da düşüncelerini onunla paylaşmak sağlıklı bir iletişimin temelidir. Fakat eğer muhatabın seni yalnızca duymakla yetiniyor, seni anlamaya niyet etmiyorsa, o noktada içsel bir kırılma yaşanır. Konuşmak, fayda yerine yük haline gelir ve kişi, gönüllü bir sessizliğe çekilir. Bu sessizlik bir pes ediş değildir; bilakis bir tercihtir, hatta zaman zaman bir korunma biçimidir. Çünkü her tartışma uğruna efor harcamaya değmez; herkesle derinlikli iletişim kurulmaz; her fikir anlaşılmak için çabalanmaz. Bu yüzden bazı insanlar için en sağlıklı cevap, hiç verilmemiş olanıdır.
“Uğraşamam” diyerek sustuğun o an, aslında içeride yoğun bir değerlendirme süreci çoktan tamamlanmıştır. O kişiyle daha fazla zihinsel çatışmaya girmemek, boş yere duygusal kaynak tüketmemek, hatta bazen karşı tarafı kendi akışı içinde bırakmak... tüm bunlar birer bilinçli adımdır. Ve zaman ilerledikçe, çoğu zaman haklı çıkarsın. O an seni dinlemeyen, hatta belki hafife alan kişi, söylediklerini geç de olsa deneyimleyerek anlar. Fakat bu haklılık, seni tatmin etmez. Çünkü mesele haklı çıkmak değil, zamanında anlaşılamamış olmaktır.
İnsan ilişkilerinde iletişimin niteliği, sadece kelimelerin içeriğiyle değil, bu kelimelerin hangi niyetle söylendiğiyle de ilgilidir. Yapıcı, samimi ve çıkar gözetmeyen bir yaklaşım karşısında, en karmaşık fikirler bile sadeleşebilir. Ama eğer iletişim inatla değil, istişareyle yürümüyor; karşılıklı anlayış yerine kişisel menfaatler öne çıkıyorsa, orada susmak en sağlıklı tercih haline gelir. Çünkü bu tür suskunluk, kendini geri çekmek değil; sadece neye ve kime ne kadar enerji harcanacağını seçmektir.
İnsan, yüzlerce karakterle temas ettiği bir hayatın içinde, kiminle hangi düzlemde ilişki kuracağını seçmek zorundadır. Zira her kişiyle kurulan bağ, aynı ölçüde derin ve anlamlı olamaz. Her söz kıymetli değildir; her dinleyen gerçekten duymuyordur. Bu yüzden zamanla insan, konuşmaktan çok gözlemlemeye, anlatmaktan çok anlamaya yönelir. Ve işte o noktada, “uğraşamam susması” sadece bir tepki değil; olgunlaşmış bir farkındalığın dışavurumudur.