Albert Camus (1913–1960), Fransız edebiyatı ve düşünce tarihinin önde gelen yazar, denemeci, gazeteci ve düşünürlerinden biridir. Eserlerinde insanın varoluşu, özgürlüğü, adaleti, anlam arayışı ve başkaldırısı gibi temaları işlemiştir. 1957 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanmıştır. Ödül gerekçesi, “çağımız insan vicdanının sorunlarını berrak bir ciddiyetle aydınlatan önemli edebî üretimi” olarak belirtilmiştir.
Albert Camus (Yapay Zekâ ile Oluşturulmuştur.)
Yaşamı
Çocukluk ve Gençlik Yılları
Albert Camus, 7 Kasım 1913’te Fransız Cezayiri’nin Mondovi kasabasında doğdu. Babası Lucien Auguste Camus, bir şarap işletmesinde çalışan Fransız asıllı bir işçiydi. Annesi Catherine Sintes Camus, İspanyol kökenli bir fabrika işçisiydi. Babası, I. Dünya Savaşı sırasında Marne Muharebesi’nde aldığı yaralar sonucu öldü. Camus’nün babası hakkında bildiği tek bilgi, bir infaz izledikten sonra hastalanarak yaşamını yitirdiğidir. Bu olay, onun ilerleyen yıllarda ölüm cezasına karşı geliştirdiği tutum üzerinde etkili olmuştur.
Camus, babasının ölümünden sonra annesiyle birlikte Cezayir’in Belcourt semtinde, büyükannesi ve dayısıyla birlikte yaşamaya başladı. Annesi okuma yazma bilmeyen, kısmen sağır bir kadındı. Camus, bu dönemi yoksulluk, sessizlik ve ışık olarak tanımlamıştır. İlköğrenimini Ecole Communale’de tamamladı. Öğretmeni Louis Germain’in desteğiyle burs kazanarak Grand Lycée’de eğitim gördü. Bu dönemde Latin ve İngilizce öğrendi, edebiyata ve tiyatroya ilgi duymaya başladı.
1932 yılında Cezayir Üniversitesi’ne girdi. Felsefe eğitimi aldı, sosyoloji ve psikoloji sertifikaları kazandı. 1936’da Plotinos ve Augustinus’ta Tanrı Anlayışı başlıklı teziyle mezun oldu. Bu tezde Yunan felsefesiyle Hristiyan düşüncesi arasındaki ilişkiyi inceledi.
Gazetecilik ve Tiyatro Çalışmaları
Camus, 1935 yılında Théâtre du Travail adlı tiyatro topluluğunu kurdu. Bu toplulukta oyunculuk, yönetmenlik ve oyun yazarlığı yaptı. 1938’de tiyatrosunu Théâtre de l’Équipe adıyla yeniden düzenledi. Aynı yıl Alger Républicain gazetesinde muhabir olarak çalışmaya başladı. Burada Cezayirli yerlilerin yaşam koşullarını, yoksulluk ve eşitsizlik sorunlarını ele alan yazılar yayımladı. “Kabylie Raporları” başlıklı yazı dizisi, Cezayir’deki sömürge düzeninin eleştirisini içeriyordu.
1937 yılında ilk eseri L’Envers et l’endroit (Tersi ve Yüzü) yayımlandı. 1938’de Noces (Düğün) adlı deneme kitabında Akdeniz coğrafyasında yaşamın geçiciliği ve doğayla kurulan bağ konularını işledi. Bu dönemde tiyatro, felsefe ve gazetecilik faaliyetlerini bir arada sürdürdü.
II. Dünya Savaşı ve Direniş Dönemi
Camus, 1940 yılında Fransa’ya taşındı. II. Dünya Savaşı sırasında Fransız Direnişi’nde yer aldı. 1943–1947 yılları arasında direnişin yayın organı Combat gazetesinin başyazarlığını yaptı. Savaş yıllarında yazdığı makalelerde özgürlük, adalet ve insanlık temaları öne çıktı. 1942 yılında L’Étranger (Yabancı) romanı ve Le Mythe de Sisyphe (Sisifos Söyleni) yayımlandı. Bu iki eser, Camus’nün “absürd” kavramına dayalı düşüncesinin temellerini oluşturdu. Aynı dönemde Caligula ve Le Malentendu (Yanlışlık) adlı tiyatro oyunlarını kaleme aldı.
Savaş Sonrası Dönem
Savaş sonrasında Camus, Combat gazetesindeki görevine devam etti. 1947’de yayımlanan La Peste (Veba) romanı, Nazi işgalinin alegorik bir anlatımı olarak kabul edilmiştir. 1951’de L’Homme Révolté (Başkaldıran İnsan) adlı deneme kitabını yayımladı. Bu eserinde devrim, özgürlük ve insanlık sorunlarını ele aldı; şiddet ve ideolojik dogmatizme karşı çıktı. Bu düşünceleri, dönemin sol çevreleriyle ve Jean-Paul Sartre ile fikir ayrılığına yol açtı.
1956’da La Chute (Düşüş) romanını yayımladı. Bu roman, suçluluk, yargı ve insanın kendisiyle hesaplaşması temalarını işler. 1957’de Exil et le Royaume (Sürgün ve Krallık) adlı öykü kitabını yayımladı. Aynı yıl Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandı.
Camus, 4 Ocak 1960’ta Sens yakınlarında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybetti. Aracın sürücüsü ve yayınevi editörü Michel Gallimard da kazada öldü. Camus’nün çantasında, yayımlanmamış romanı Le Premier Homme (İlk İnsan)'ın el yazması bulundu.
Eserleri
Romanlar
- L’Étranger (Yabancı, 1942): Meursault adlı karakterin duygusal tepkisizliği ve toplumsal normlara yabancılaşması üzerinden absürd yaşam fikri işlenmiştir.
- La Peste (Veba, 1947): Oran kentinde ortaya çıkan bir salgın, kötülük ve dayanışma temalarını taşır.
- La Chute (Düşüş, 1956): Parisli bir avukatın kendi günahlarını itiraf ettiği monolog biçiminde yazılmıştır.
- Le Premier Homme (İlk İnsan, 1994): Otobiyografik nitelikte, yazarın çocukluğu ve annesiyle ilişkisini anlatır.
Felsefi Denemeler
- Le Mythe de Sisyphe (Sisifos Söyleni, 1943): Yaşamın anlamsızlığını ve insanın bu duruma karşı tepkisini ele alır.
- L’Homme Révolté (Başkaldıran İnsan, 1951): Devrim, adalet ve başkaldırı kavramlarını tarihsel örneklerle inceler.
- Noces (Düğün, 1938): Ölüm bilinci ve yaşamın güzelliği üzerine yazılmış dört kısa denemeden oluşur.
- L’Envers et l’endroit (Tersi ve Yüzü, 1937): Çocukluk ve yoksulluk temalı beş denemeden oluşur.
Tiyatro Eserleri
- Caligula (1938, sahne 1945): Roma İmparatoru Caligula’nın mutlak özgürlük arayışını konu alır.
- Le Malentendu (Yanlışlık, 1944): Aile ilişkileri ve kimlik konusunu işler.
- L’État de Siège (Kuşatma, 1948): Totaliter düzeni ve baskı yönetimini alegorik biçimde anlatır.
- Les Justes (Doğrular, 1950): 1905 yılında Rusya’da bir suikast olayını temel alır, politik şiddetin etik sınırlarını tartışır.
Gazetecilik ve Makaleler
Camus, gazeteciliği etik bir sorumluluk olarak görmüştür. Combat gazetesinde yayımladığı yazılarda özgürlük, direniş, insan hakları ve adalet temalarını işlemiştir. Savaş döneminde yazdığı “Alman Bir Dost’a Mektuplar” başlıklı yazı dizisinde özgürlük ve insanlık ideallerini savunmuştur.
Felsefesi
Absürd Kavramı
Camus’nün düşüncesinde absürd, insanın anlam arayışı ile dünyanın sessizliği arasındaki çelişkidir. Le Mythe de Sisypheadlı eserinde bu kavramı sistemleştirir. “Gerçekten önemli tek felsefi sorun vardır: intihar.” cümlesiyle başlayan bu denemede Camus, yaşamın anlamsızlığını reddetmeyip onu kabul etmeyi savunur. Sisifos’un sürekli taşıdığı taş, insanın kendi yazgısına bilerek katlanışının simgesidir.
Varoluş ve Sartre ile Ayrımı
Camus, varoluşçulukla ilişkilendirilmiş olmasına rağmen, kendisini varoluşçu olarak tanımlamamıştır. Jean-Paul Sartre’dan farklı olarak, insanın özgürlüğünü bir kurtuluş değil, varoluşun ağırlığı olarak değerlendirmiştir. Ona göre insan, Tanrı’sız bir dünyada yaşamın anlamsızlığını kabul ederek yaşayabilir. Bu kabul, intiharı reddedip yaşama dönmeyi gerektirir.
Başkaldırı Kavramı
Camus, L’Homme Révolté adlı eserinde başkaldırıyı bireyin etik bir eylemi olarak tanımlar. Başkaldırı, bireyin hem kendi varoluşuna hem de baskıya karşı çıkışıdır. Bu eylem, yıkıcı değil, insanlık adına bir dayanışma hareketidir. Başkaldırının amacı, insanın kendisini ve diğerlerini korumaktır.
Din, Umut ve Nihilizm
Camus, Tanrı’nın varlığını reddetmiş, dini umut anlayışını “dünya gerçekliğinden kaçış” olarak nitelemiştir. Noces adlı eserinde “Dünya güzeldir ve onun dışında kurtuluş yoktur.” ifadesiyle bu görüşünü dile getirmiştir. Umut, onun düşüncesinde, insanı bu dünyanın somut deneyiminden uzaklaştıran bir yanılsamadır.
İnsan ve Dayanışma
Camus’nün eserlerinde insan, özgürlük ve dayanışma kavramları birlikte ele alınmıştır. La Peste romanındaki Dr. Rieux karakteri, kötülüğe karşı mücadele eden bilinçli bireyi temsil eder. Camus’ye göre insan, anlamın yokluğuna rağmen dayanışma içinde yaşamalıdır.
Sanat Anlayışı ve Nobel Konuşması
Albert Camus, 10 Aralık 1957’de Stockholm’de Nobel Ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada sanatçının görevini “hakikat ve özgürlük hizmeti” olarak tanımlamıştır. Sanatçının, baskı ve adaletsizlik karşısında sessiz kalmaması gerektiğini belirtmiştir. “Yazar, tarihi yapanların değil, tarihten zarar görenlerin hizmetinde olmalıdır.”【1】 sözleri bu anlayışın ifadesidir.
Çağdaşlarıyla İlişkileri
Camus, savaş sonrası dönemde Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir gibi düşünürlerle yakın ilişki kurmuştur. Ancak L’Homme Révolté adlı eserinin yayımlanmasının ardından Sartre ile fikir ayrılığı yaşamıştır. Bu ayrılığın temelinde, Camus’nün şiddet karşıtı ve ahlaki temelli yaklaşımı ile Sartre’ın tarihsel zorunluluk anlayışı arasındaki fark yatmaktadır.
Ölümünden Sonra
Albert Camus’nün ölümünden sonra yayımlanan Le Premier Homme (İlk İnsan), onun çocukluğu ve Cezayir’deki kökleri üzerine otobiyografik bir metindir. Jean-Paul Sartre, ölümünün ardından yayımladığı yazıda Camus’yü “insanlık onurunu savunan bir yazar” olarak anmıştır.