BlogGeçmiş
Blog
Avatar
YazarMehmet Akif Sipahioğlu13 Mayıs 2025 09:03

Milli Teknoloji Hamlesi'nin Fikri Altyapısı: Neden ve Nasıl Sorusunun Peşinde

Genel Kültür+2 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline

Başlamadan Önce

Milli Teknoloji Hamlesi, dışarıdan bakıldığı zaman, sadece savunma sanayini ilgilendiren bir alanmış gibi algılansa da biraz incelediğimizde karşımıza çok farklı bir manzara çıkıyor. İlgili konferanslar dikkatle dinlendiğinde; insanlara anlatılmak istenenin aslında teknik bilgiler olmadığı, daha çok sosyal bilimleri ilgilendiren konular olduğu anlaşılıyor. Bu konferanslar “Neden ve Nasıl” soruları üzerine temellendiriliyor. Özellikle bu mevzunun anlatıcılığını üstlenen Selçuk Bayraktar, dinleyicilere “Önemli olan ne yaptığın değil, nasıl ve neden yaptığın, hangi ahlakla yaptığın. Bu, koskoca bir hiçe anlam kazandırıyor…”  diye sesleniyor. Sözler ilk bakışta bir ağabey tavsiyesi olarak algılanabilir fakat her konuşmada aynı meselelere vurgu yapması ve hayatta öğrendiği en önemli şeyin bu olduğunu belirtmesi dikkatimizi celbetti. Meselenin üzerine yoğunlaştığımız zaman çok derin ve çetrefilli bir mevzunun bizi beklediğini farkettik. Soruları takip ettikçe, karşımıza yeni sorular ve çeşitli cevaplar çıktı.


Kıymetli okurlar, bu yazı böylesi soruların cevapları üzerinde iz sürerken ortaya çıktı. Evet, bir işi neden ve nasıl yaptığımız çok önemli. Fakat oradaki “neden ve nasıl” sorusunun altını nelerle doldurmamız gerekiyor? Nasıl bir düşünce yapısında olmamız gerekiyor ki, insanlık yararına iş yapabilelim? Etik ve ahlak dediğimiz kavramların altını kime göre doldurmamız gerekiyor? “Bizim” diyebileceğimiz bir ortak görüşümüz var mı? Neden ve nasıl derken neyi kastediyoruz? Bu soruların cevabını nereden bulacağız? Antik Yunan’dan mı? Orta Asya steplerinden mi? Rönesansla başlayan Avrupa merkezli düşünce yapısından mı? Kadim Türklerden mi? İslam’dan mı? Nereden…? 


Sözün özü, bu çalışma Milli Teknoloji Hamlesi’nin defaatle vurguladığı neden ve nasıl sorularının altını “milli” cevaplarla doldurmak için hazırlanmıştır. Giriş seviyesindeki bu çalışma okyanusta sürüklenip gitmekte olan bir gemiye çok uzaktan da olsa ışık tutmayı amaçlamaktadır. Her başlık kendi içerisinde çeşitlendirilebilecek potansiyele sahiptir. 


Gayret bizden taktir Allah’tandır. 【1】 

Giriş 

Milli Teknoloji Hamlesi, Türkiye’nin bilim ve teknoloji alanında bağımsızlığını kesinkes ilan etmesi için başlatılan toplumsal bir harekettir. Her ne kadar şu an mümkünlüğü tartışılsa da Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak hayalleri arasında dünyada tekrar söz sahibi olabilmek vardır. Psikolojik açıdan baktığımızda bu çok anlaşılır bir durum. Yakın tarihte büyük bir cihan devletine sahip olan Türkler, ağır yenilgiler aldıktan sonra birçok vatan toprağını kaybetmiş, gönül coğrafyaları ile aralarına sınırlar ve pasaportlar girmiş, yenilgiyle birlikte gelen mağlubiyeti karşındakine yükleme psikolojisi ortaya çıkmıştır.


Tarihlerinde sömürgeye uğramamış, bağımsızlığından ödün vermemiş bir millet için 1. Dünya Savaşı sonrası gelinen durum oldukça trajiktir. Bir millet var olma ve yok olma çizgisine gelmiş, İstiklal Harbi ile varlığını devam ettirebilmiştir. O günlere baktığımız zaman toparlanma şansımızı her dönemde denemiş fakat ne yazık ki çeşitli engellemelerle bu fırsatları kaçırmışız. Türkiye Cumhuriyet’inin kurulduğu yıllarda teknoloji ve sanayi alanlarında dünya ile yarışacak seviyede kişiler ve girişimler ortaya çıkmış, hatta Milli Kalkınma Hamlesi çatısı altında sanayi ve ekonomi alanında çokça projeler geliştirilmiş ve bazıları hayata geçirilmişti. Gerek insanoğlunun, cehalete teslim olduğunda baş gösteren doğası, gerekse toplumsal birlikteliğin azlığı tüm girişimleri sekteye uğratmış, ortak hayallerimiz ve umutlarımız gelecek nesillere devredilmişti.


Döneminde başarılı işlere imza atan kişiler bürokratik engellerle veya sabotajlarla bastırılmaya çalışılmış, yalnız kalmaları dolayısıyla da baskılar sonuç vermişti. Milli Kalkınma Hamlesi, yurt dışından alınan maddi destekler ve ürünlerle son bulmuştu. Bu süreçte yurt dışından tedarik edilen ürünlerin Türkiye’deki montaj ekibi kendilerince zenginleşirken toplum fakirliğe ve sefalete sürüklenmişti. Zaman geçtikçe değişen siyasi iklim, toplumu bir nebze olsun canlandırsa da süregelen askeri müdahaleler neticesinde tekrar başlanılan noktalara geliniyordu. Öyle ki artık ümitlerin kesildiği bile oluyor “Bizden bir şey olmaz.” denilmeye başlanıyordu. Türkiye bu şekilde 21. yüzyıla yaklaşırken bir de terör örgütlerinin ortaya çıkmasıyla beraber işler iyice sarpa sarmış ve gelecek nesiller bir bir kaybedilir olmuştu.


Dışa bağımlı bir Türkiye’de terörle mücadele istenilen etkiyi veremiyor, toplum her gün acı haberlerle karşı karşıya kalıyordu. Milyon liralık maddi kaynaklar savunma sanayine harcanıyor ve bu paranın neredeyse tamamı yurt dışına çıkıyordu. Böylesi bir tabloyla 21.yüzyıla girdik. Okullarda yüz yıl evvel bir cihan devleti olduğumuz anlatıldığında içten içe o günlere tekrar erişeceğimize olan inanç; gerek ailelerimiz gerekse toplum tarafında dillendiriliyordu. Hedefler, anlatılar ve umutlar hep bu yöndeydi ama eğitim kalitesi hedefe varmaktan çok uzaktı. Bunun sadece sözde kalmaması gerektiğini herkes biliyordu fakat imkanlar birçok şeyi engelliyordu. Türkiye’nin gündeminde neredeyse hiçbir zaman bilim, teknoloji ve uzay olmuyordu. Her geçen gün büyüyen nesiller böylesi bir ortamda kişisel maddi kazanımları haricinde bir amaç bulamıyordu. Biraz çalışkan ve zeki insanlar tabiri caizse yurt dışına kapak atıyor çalışmalarına orada devam ediyorlardı. (Montaj sanayinde çantacılık yapanların çocuklarında bu tür yaşam kaygıları yoktu.) 


Yakın bir tarihte Milli Teknoloji Hamlesi vizyonu ortaya koyuldu. Bu vizyon, tam bağımsız bir Türkiye hedefiyle, toplumun her kesimine dokunarak paradigma dönüşümü sağlamaya çalışıyor. Bu çalışmamızda “Milli Teknoloji Hamlesi nedir?” sorusundan ziyade:

  • Milli Teknoloji Hamlesi nasıl bir insan tahayyül ediyor? 
  • Bir yandan teknoloji geliştirirken diğer taraftan zihni/fikri olarak neleri önceliyor?
  • Milli ve yerli derken neyi kast ediyor?
  • Hedeflerine ulaşmayı nasıl planlıyor?

Bu tür sorularla Milli Teknoloji Hamlesi’nin “Neden ve Nasıl”ını ortaya koymaya çalışacağız.

Bir Çiçekle Bahar Gelmez

Milli Teknoloji Hamlesi hareketi orta çıktıktan kısa bir süre sonra Teknofest yarışmaları başladı. Teknofest; havacılık, uzay ve teknoloji festivali olarak geçiyor. 2018 yılında başlayan Teknofest’e 2025 yılına değin ilkokul öğrencisinden üniversite öğrencisine kadar milyonlarca yarışmacı başvurdu. Bunun yanında neredeyse Türkiye’nin birçok şehrinde Teknofest yarışmaları düzendi ve milyonlarca vatandaş Teknofest’i ziyaret edip yerli ve milli ürünleri, genç yarışmacıların projelerini yakından gördüler. Örneğine rastlanmayacak derecede yarışma kategorileri ile kısa sürede dünyada kendi alanında en büyük olmayı başardı. 

Milli Teknoloji Hamlesi’nin Toplumla Buluştuğu En Büyük Somut Adım Olan Teknofest Neden Düzenleniyor?

Yakın veya uzak tarihimizi incelediğimiz takdirde bu sorunun cevabını verebiliyoruz. Tarihteki başarılı insanlarımızın hayat hikayelerine göz gezdirdiğimizde “Nasıl olurda böylesi başarılı projeler bu kadar basit bir şekilde engellenebilir?” diye düşünmeden edemiyoruz. Nedenine baktığımız zaman toplumun bu olaylardan habersiz ya da kayıtsız olduğunu görüyoruz. Gerek iletişim araçlarının yetersizliği gerekse toplumdaki ilgisizlik, ülkemizi birçok açıdan refaha kavuşturacak projelerin akamete uğratılmasına neden olmuştur. Geçmişten ders alınarak bakıldığında bir daha bu tür engellemelere maruz kalmamak ve girişimci zihinlerin önünü açabilmek için Milli Teknoloji Hamlesi’nin toplum tarafından benimsenmesi ve sahip çıkılması hedeflenmiştir.


Bir futbol takımı bile taraftarlarının karşı çıktığı bir transferi yapamamaktayken, Milli Teknoloji Hamlesi bünyesinde geliştirilen ve Türkiye’yi çağ atlatacak projeler toplum tarafından sahiplenildiği takdirde engellenemeyecektir. Tabi bu tür hareketlerin toplumsallaşması için her kesim ve yaştan insanlara dokunmak gerekiyor. Teknofest yarışmaları özellikle yeni nesile birebir dokunarak ülkesi ve insanlık için projeler ürettirip, genç zihinleri faydalı işlerde meşgul ederken, düzenlenen büyük festival ile vatandaşlar davet edilip; gençlere, projelere ve en nihayetinde bir slogan olmaktan çıkan Milli Teknoloji Hamlesi’ne tanık olmaya davet ediliyor. 7 yılda ulaşılan insan sayıları muazzam fakat yeterli değil. Dip dalga metaforunun oluşması ve artık bu tür yarışmaların toplumumuz tarafından normalleşmesi için her yıl durmadan devam etmesi gerekiyor. Toplumda oluşacak bilinç sayesinde; herhangi bir engel teşebbüsü anında tepki ile karşılanıp bastırılacak hatta böylesi teşebbüslerin bir daha hiç var olmaması sağlanacaktır. 


Bir çiçekle bahar gelmez… Bu sözü binlerce yıllık tarihimizde yeterince tecrübe ettik. Sadece savunma sanayinde geliştirilen ürünlerimizle istediğimiz yerlere (Kızılelma) varamayacağımızı biliyoruz. Milli Teknoloji Hamlesi vizyonunda, savunma sanayinde yakaladığımız yüksek teknolojik gelişmelerin sivil alanlara da sirayet etmesi var. Bunun ilk adımları hali hazırda atılmış durumda. Teknofest, Deneyap Teknoloji Atölyeleri Milli Teknoloji Hamlesi’nin ilk adımları aslında… Amaç onlarca yıllık sessizliğimizin artık nihayete ermesi; Vecihi Hürkuşların, Nuri Demirağların ve ülkesi için çalışan, kıymeti öldükten sonra anlaşılan dehalarımızın bir daha yalnız kalmamalarını sağlamaktır. 

Yolda Yürürken Sormamız Gereken Sorular

Neden ve Nasıl Sorularının Peşinde 

Dünyada -güncel rakamlara göre- 8 milyara yakın insan yaşadığı söylenmekte. 8 milyar insan, 8 milyar düşünce, 8 milyar zihin, 8 milyar farklı bakış açısı… Kainat ise -güncel rakamlara göre- 93 milyar ışık yılı çapında, yani insan aklının alamayacağı seviyede bir büyüklükte. Geniş çerçeveden baktığımız zaman insanlık ailesi olarak kainatta bir nokta bile değiliz. Böylesi bir evrende “Ben ne yapıyorum? Neden varım? Kainatta ne oluyor? Dünya’daki amacım ne?…” gibi bu tür soruları sorabilmek insanı diğer canlılardan ayıran en büyük özellik.


İnsanoğlu, belli bir akıl seviyesine ulaştığı günden itibaren hayattaki anlam arayışına yanıt bulmak için düşünmekte ve araştırmakta. İlk yazılı kaynaklara baktığımızda da görüyoruz ki, insanların binlerce yıldır anlam arayışı devam ediyor. İnsanoğlunun anlam arayışında farklı cevaplara rastlasak da zaman içerisinde her medeniyet kendi anlam arayışının yanıtını bulmuş ve hedef olarak oraya ulaşma gayesini benimsemişlerdir. Kendi kadim medeniyetimize baktığımız zaman ilk yazılı kaynağımız Orhun Abidelerinden bugüne değin ortak yaşam gayemizin boyunduruk altında olmadan, hür bir şekilde yaşamak olduğunu görüyoruz.  


Neden Milli Teknoloji Hamlesi 

Her haraketimizin, davranışımızın arkadasında bilinçli ya da bilinçsiz kesinlikle bir neden yatar. O yüzden insanlar yaptıklarından sorumlu tutulurlar. İnsanları hayvanlardan ayıran en önemli özelliklerden biri de budur. 


Milli Teknoloji Hamlesi anlatılırken işaret edilen asıl gayenin “Ne yaptığınızdan daha önemlisi neden ve nasıl yaptığınızdır. İşimizi kıymetli kılacak değerler neden ve nasıl sorularında gizlidir.” sözünde olduğu defaatle vurgulanmaktadır. Bu cümle anlaşılır gibi gelse de altı doldurulması gerekiyor. Çünkü sözün anlam dünyasını kişilere bırakırsak milyonlarca farklı cevabın olabileceğini hatta Milli Teknoloji Hamlesi vizyonuna ters kaçacak yanıtların dahi yer alabileceğini biliyoruz. Bu yüzden yola çıkarken nedenlerimizi ve nasıllarımızı oluşturmamız en azından sınırlarını belirlemeniz gerekiyor. 

Yer tespiti 

Türkiye’nin tarihsel serüvenine baktığımızda bazı gerçeklerle yüzleşmek durumunda kalıyoruz. Yüzyıllarca üstün kültür olmayı başaran ve taklit edilen milletimiz, yaşamış olduğu kötü tecrübeler neticesinde bulunduğu konumu kaybetmiş ve üstün gördüğü diğer milletleri taklit eder olmuştu. Toplumun bir kesimi mevcut durumu yanlış bulurken diğer kesimi müreffeh bir hayat için başka milletleri taklit etmemiz gerektiğini savunuyordu. Sağcı-solcu, ilerici-gerici, kapitalist-komünist vs. diyerek yıllarca kendi arasında kavga eden milletimiz bugünlere kadar gelmeyi başardı.


İletişim araçlarıyla çevrilmiş, neredeyse dünyanın her yerinden haber alabildiğimiz, farklı insanların yaşam biçimlerini ve düşünce tarzlarını kolaylıkla öğrenebildiğimiz günümüz dünyasında özellikle genç zihinlerde bazı fikirler, düşünceler zuhur etsede ne yazık ki çoğu "benim düşüncem” sığlığında. İthal edilmiş dünya tasavvurları “bence” kalkanı ardında savunulurken birçok noktayı kaçırıyoruz. Milyonlarca “ben”in arasında çarpışan düşünceler nedeniyle “biz”i es geçme gafletine düşüyoruz. Özgünlüğü tartışmalı olsa da herkesin kendince bir düşüncesi var fakat bizim ortak bir düşüncemiz var mı? Etrafımızdaki gelişmelere karşı ortak söylemimiz? Dilimize, kültürümüze, sanayimize ve teknolojimize dair ortak bir bakış açımız? 


Dünyaya hangi açıdan ve nasıl bakacağız? Evreni, kainatı ve insanları nasıl okumamız gerekiyor? Karşımızdaki canlıya ne gözle bakmamız ve nasıl davranmamız lazım? Böylesi sorular yolumuza ışık tutacaktır. Bu soruların cevabını kendi özümüz, kültürümüz ve inancımızda bulup ifade etmediğimiz takdirde “milli” olabilmemiz mümkün değil. Sorulara verdiğimiz yanıtlar, Yunus Emre’ye, Karacaoğlan’a, Davud-i Kayseri’ye, Gazali’ye, Mehmet Akif Ersoy’a ya da Farabi’ye ters düşecekse; yaptığımız işler de Vecihi Hürkuş’a, Takiyüddin’e ve Nuri Demirağ’a ters düşecektir… 


Yunus’un “Yaratılanı hoş gör, Yaradan’dan ötürü.” sözünü anlamadığımız takdirde “insanlık yararına proje geliştirmeliyiz” dememiz tamamen lafta kalacaktır. Özellikle benlik duygumuzu kabartacak mesaj bombardımanlarına tutulduğumuz kapital düzende “kendinden önce aileni, ailenden önce toplumu, toplumdan önce insanlığı düşün” dememiz, köklerimizden ilham almadığımız takdirde, tabiri caizse abes kaçacaktır. Bu düşünceler her ne kadar birçok insana romantik hatta ütopik gelecekse de - ki tarih boyunca doğruları söyleyip olması gerektiği gibi davrananlara “meczup, deli, derviş, saf” gibi isimler takılmıştır - insanoğlu içten içe bunların doğru olduğunu biliyor.


Evet, yaşadığımız çağ dinazorlara boyun eğmemizi söylüyor olabilir hatta bu boyun eğiş insanlara çok normal geliyor da olabilir. Eğer bunu kabul ediyorsak zihnen işgal altındayız demektir. Fakat bizi harekete geçiren de bu “ön kabullenmeden” rahatsız olmamızdır. Daha evvel atılım yapanları bir şekilde durduran güçlerin zihinlerinde olan hastalıklı kabullenme: Biz yapamayızcılık… Böylesi zihniyetlerin milli olmadığı gerçeğini Karacaoğlan’a bakarak görebiliriz. Karacaoğlan “Üryan geldim gene üryan giderim.” derken bizlere ne söylemek istiyor? Güçlülerin kurduğu sisteme dünyanın gerçekleri diyerek boyun mu eğiyor yoksa yanlışa uymaktansa üryan gitmeyi göze mi alıyor?


Bizleri “biz” yapan, millet yapan şey, ne yaşadığımız topraklardır ne de damarlarımızda akan kandır. Bizler birbirimize kardeş diyebiliyorsak bunun nedeni ortak düşüncemizden kaynaklıdır. Yoksa tarih aynı kanı ve toprağı paylaşanların kavgalarıyla dolu. Bu bahsin üzerinde çokça durmamızın sebebi “Milli” derken ne kastettiğimizi iyice anlamamız içindir. 


“İlim ilim bilmektir 
İlim kendin bilmektir 
Sen kendini bilmezsin 
Ya nice okumaktır”


diyen Yunus Emre bizleri kendi özümüzü bilmeye davet ediyor. İlmi açıdan oldukça etkin olmasına rağmen bizleri bilmediği (aslında kendini de bilmediği) için milletine yabancılaşıp küçük gören nice alim (!) gördük. Milli Teknoloji Hamlesi’nin ilerleme katetmesi ve vizyonunu yerine getirebilmesi için bu uğurda çalışan, üreten ve düşünen zihinlerin, Yunus’un tabiriyle kendi özünü bilmesi gerekmektedir. 

Her Yol Mübah Değildir 

Milli Teknoloji Hamlesi yolunda neden sorusuna yanıt verdikten sonra sıra nasıl sorusuna geliyor. Belirlediğimiz hedefe giderken yapacağımız her türlü hal ve hareket “nasıl” sorusuna yanıt olacaktır. Bu yüzden Milli Teknoloji Hamlesi boyunca kendi yolumuzu çizdiğimiz gibi kendi hareketlerimizi de şekillendirmemiz, asla taviz veremeyeceğimiz noktaları belirlememiz gerekiyor. 


"Zafere giden her yol mübahtır” diye bir söz toplum tarafından dillendirilir. Bu söz özellikle kişisel menfaatlerimiz devreye girdiğinde “kesinlikle doğru” olarak algılanmakta fakat biraz düşündüğümüz takdirde böylesi bir düşünceyle “zafere” ulaşmanın aslında hastalıklı bir düşünce olduğu anlaşılacaktır. Uğruna mücadele ettiğimiz şey eğer salt kötülük değilse… Mevzuyu daha iyi anlamamız için tarihten iki örnek vereceğiz. İlki Hz. Ali’ye, ikincisi de Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’e atfedilir. 


Hz. Ali için anlatılır. Bir kaleyi kuşatmışlar, düştü düşecek ama akşam namazı vakti girmiş. Hz. Ali demiş ki: Yarınız saldırmaya devam etsin, yarınız da namazını kılsın. Vakti kaçırmayın. Komutan Hz. Ali’nin yanına gelerek Efendim! Kale düştü düşecek... Bekleyelim biraz daha, ondan sonra kılarız.” deyince Hz Ali şunu söylemiştir:Uğruna savaştığımız değerleri ihmal ederek zafer kazanmanın hiçbir anlamı yoktur.” Yani bir şey için mücadele ediyoruz fakat uğruna çabaladığımız değerleri yol boyunca göstermediğimiz ve değerlerden taviz verdiğimiz takdirde başarılı olmanın ne faydası var? Hatta öyle ki böyle kazanılan zafer bile bir yanılmadan ve riyakarlıktan ibarettir.


…Bosna savaşı sırasında bir korgeneral, Hıristiyan bir albaya hakaret ediyor. Albay, şikayette bulunuyor ve şikayet üzerine Aliya İzzetbegoviç mahkeme kurulmasını istiyor. Diğer komutanlar “Henüz savaş halindeyiz, askerler arasında sıkıntı çıkabilir, orduda problem oluşabilir.” diyorlar. Aliya İzzetbegoviçEğer adaletten vazgeçeceksek, savaşı kaybedelim daha iyi… Biz ne uğurda, ne için savaşıyoruz...” diye cevap veriyor. 


Örneklerde okuduğumuz olaylar farklı olsa da ortak olan, belirledikleri hedefe dosdoğru gidiyor olmaları. Köprüden karşıya geçebilmek için tabiri caizse ayıya dayı demiyorlar. Peki yaptıkları doğru mu? Söylenen sözler ve yapılan işlere baktığımız zaman doğru olduklarını görebiliyoruz. Aksi halde günümüzde olduğu gibi barış adı altında terörü, yardım adı altında yolsuzluğu, eğitim adı altında şiddeti, huzur adı altında kaosu destekleyenleri görebiliriz.


Milli Teknoloji Hamlesi hedeflerine giderken parça temini için farklı yollara saparsak, yolumuza engel olan güçlere -köprüyü geçene kadar- boyun eğersek, yerli ürünlerin üretimi aşamalarında sürekli taviz verirsek kendimizle çelişiriz. Ayrıca; milleti insanlık yararına projelere teşvik ederken kendi etrafımızdaki insanları maddeten ve manen kırarsak, hedefe yaklaştıkça büyüklenir böbürlenirsek, önümüze çıkan her engellemede ağlayıp sızlanırsak, yeni şeyler denemeye kalkışan insanları teşvik etmek ve yol göstermek yerine heveslerini kırarsak, çabaladığımız hedef kişisel menfaatlerimiz altında ezilmiş demektir. Yunus Emre ne güzel söylemiş: 


Bir kez gönül yıktın ise
Bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi
Elin yüzün yumaz değil


Yaptıklarımızla düşüncelerimiz bir bütündür. Ağzımız güzel söylerken fiillerimiz kötü olamaz. (Böyle insanlar etrafımızda tabiki var fakat zaten onlar ikiyüzlü, riyakar olarak nitelendiriliyorlar.) İnsanız ve doğal olarak hata yapabiliriz. Mesele hata yapmamızda değil hatadan sonra aldığımız tavırdır. Her hareketimizin bir nedeni olacağını daha evvel belirtmiştik. Bu yüzden suç işleyen insanlar kendilerini o suçu işlemeye ikna etmek için “kendilerince” meşru nedenler ortaya koyarlar. "Bunun için çaldım… Şundan dolayı bu suçu işledim." gibi… Bu tür meşrulaştırma eylemlerimiz hatayı, yanlışı ve kötüyü zamanla normal, doğru ve iyi olarak algılamamıza neden oluyor. Bunun önüne geçebilmek için öncelikle kendimize karşı samimi olmamız gerekiyor. Bir düşünürün “Belki tarafsız olamayız ama vazifemiz dürüst olmaktır.” sözündeki gibi bir dürüstlük.

Derdim Bana Derman İmiş

Milli Teknoloji Hamlesi’ne baktığımız zaman bu uğruda birçok iş yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Bu yola hayatını vakfeden nice yaşam söz konusu! Derdi, düşüncesi, hayatı Milli Teknoloji Hamlesi olan… Dile kolay gelebilir fakat tüm bunlar yaşanıyor. Kadim kültürümüzde “Allah derdini arttırsın.” diye bir dua vardır ve kişi bu duayı sevdiğine yapar. Zannedilenin aksine bu kötü bir talep değil, kişiyi yükselten bir temennidir. Çünkü biz biliyoruz ki, kişinin yani nefsin izzeti yoktur ancak yaptığın işin vardır. Tarih boyunca saygıyla anılan, başkalarının hayatına olumlu şekilde dokunan ve arkasından faydalı işler bırakanlara baktığımız zaman ortak özelliklerinin uğraştıkları işlerle hemhal olmaları ve idealleri uğruna çabalamalarını görüyoruz. Bu insanlar bir şeyleri dert edinmişler. Sonunda başarmışlar ya da başaramamışlar önemli değil (yalnız cahiller hayata sonuç odaklı bakar), bütün samimiyetleriyle doğru bildikleri yoldan ayrılmamışlar.


Sadece dert sahibi olmakla da olmaz. Her insan bir şekilde bir şeyleri dert edinebilir. Mesele dert edindiğimiz şeyin “anlamlı” olup olmaması. Kişi kendi menfaati için makam mevki derdine düşebilir. Gelecek kaygısı altında her türlü para kazanma olayını dert edinebilir. Sadece mensubu bulunduğu topluluk için dertler edinip diğer insanları görmezden de gelebilir. 


Milli Teknoloji Hamlesi bir dert vesilesi aslında. Anlamlı bir yaşam için… Milli Teknoloji Hamlesi sadece kendisini değil, aileyi, toplumu ve en önemlisi insanlığı öncelediği için anlamlı! Yoksa bunca çaba, bunca uğraş, bunca yaşam ne için? Peşinden koştuğumuz hedef sadece kişisel menfaatimiz için olsaydı; daha az uğraştıran, daha dünyevi zevkler tattıran ve daha kolay işlerin peşinden gidilirdi.


Bütün mesele uğraşlarımızda. Ne kadar kıymetli, değerli ise biz de o kadar değerliyiz. Kişiyi tatmin edecek yegane şey budur! Böylesi tatminkârlığın kişiyi zehirlememesi ve hedefinden saptırmaması için de zihnini koruyacak altyapıya ihtiyaç vardır. Kadim kültürümüz zihnimizi koruyacak “sınanmış” düşüncelerle dolu. Bizim görevimiz; köklerimizdeki bu düşünceleri tekrar ortaya çıkartıp günümüz dünyasının bilgi birikimiyle harmanladıktan sonra, tıpkı binlerce yıldır olduğu gibi (Yunus’un ifadesiyle) kend’ özümüzü yansıtacak, fiziken olduğu gibi fikren de tam bağımsız olmamızı sağlayacak, tabiri caizse, zihni S/İHA’lar üretmemizdir. Kendi teknolojik ürünlerimizi üretirken bu eserlerin “yerli, milli ve özgün” olabilmesi için sormamız gereken soru: “Zihninimi koruyacak S/İHA’larımızı nasıl üreteceğiz?”dir.

Yerli Ama Milli Değil

Bir kişinin ya da ürünün yerli olması onu milli kılar mı? Ülkemizi zor duruma düşürecek algılar oluşturan yapıtların ve söylemlerin kaynağına baktığımız zaman bizden gibi görünen kişiler ya da kurumlardan çıktığını fark ediyoruz. Örneğin bu memlekette yetişmiş ve bu milletin ekmeğini yemiş bazı kişilerin verdikleri röportajlarda ya da katıldıkları törenlerde Türkiye aleyhine söylemlerde bulundukları ve böylesi düşüncelere destek verdiklerine şahit oluyoruz. Hatta öyle ki sanat camiasına yeni katılan kişileri ülkemizi kötülemedikleri takdirde başarılı(!) atfetmeyip ve kendi aralarında barındırmayacak raddeye geliyorlar.


Bu tavırı her alanda görebiliyoruz; düşünce, kültür, sanat, teknoloji, sanayi vs… Böylesi bir tablo bizlere yerli olmanın milli olmaya yetmediğini gösteriyor. Tamamen yerli bir film çekebilirsiniz fakat filmin bakış açısı Türkiye Cumhuriyetinin varlık gayelerine dinamit yerleştiriyorsa ve bizim değil de başkalarının Türkiye tasavvurunu içeriyorsa; bu eser milli değildir. Türkiye’nin tam manasıyla bağımsız olabilmesi için yerli üretimin yeterli olmayıp üretici kişilerin ve eserlerin milli olmaları elzemdir!

Neden Defaatle Nuri Demirağ’dan, Vecihi Hürkuş’tan, Şakir Zümre’den Bahsediyoruz? 

1. Dünya Savaşı sonrası ağır yaralar alan medeniyetimiz Türkiye Cumhuriyeti Devleti çatısı altında varlığını devam ettiriyor. Cumhuriyetin ilk yıllarında savaş sonrası alınan yaralar sarılmaya çalışıldı ve ülkecek kalkınma planları devreye sokuldu. Özellikle sanayi ve teknoloji alanında yetersizliğimiz bu alanlara ağırlık vermemize sebep oldu. Nuri Demirağ, Vecihi Hürkuş, Şakir Zümre gibi isimler bu dönemlerde ortaya çıkıp dünya ile yarışacak seviyede yerli ve milli ürünler ortaya koymayı başardılar. Hatta öyle ki yurt dışından bile siparişler aldılar.


Türkiye’nin her alanda dışarıya bağımlı olmasını engellemek için verilen çabalar bazı nedenler dolayısıyla durduruldu ve yeni girişimlerin, projelerin önleri kapanmış oldu. Ülkemizin kalkınması için ömürlerini, servetlerini feda etmiş insanların yaşamlarına baktığımız zaman, eğer hali hazırda yaptıkları işlere devam edebilmiş olsalardı bugün çok farklı bir Türkiye’yi konuşuyor olacaktık. Fakat ne yazık ki hayatlarını bu uğurda vakfeden dehalarımız, hayalini kurdukları Türkiye’yi göremeden vefat ettiler. 

Çalışmaları Önlerine Konulan Takozlar Neticesinde Engellenmiş Dehalarımızın Hayat Hikayeleri Gençlerimizde Bir Yılgınlığa Neden Olur Mu? 

Her güzel işin yapılış aşaması türlü zorluklarla geçer. İnsanı başarıya sevk eden en önemli etmenlerden biri de bu zorluklara karşı direnmesi ve pes etmemesidir. Peki insan zorluklara karşı nasıl direnir ve vazgeçmeden çalışmasını sağlayacak gücü nereden bulur? İnsanı bir şeyler yapmaya iten güç aslında köklerinde yatıyor. Milli Teknoloji Hamlesi kuvvetini ve kudretini köklerinden alıyor. Bu işin bir bayrak yarışı olduğu bilinciyle hareket edince, binbir türlü bedel ödemiş dehalarımızın aslında başarısız olmadıklarını müşahade ediyoruz. Kendi dönemlerinde bir çığır açtıkları için bugün onları konuşuyoruz. İçerden ve dışardan gelen engellemelere rağmen bayrağı taşımışlar.


Onlarca yıl sonra bile bu yaşam hikayeleri bizde yılgınlık değil ateşleyici güç meydana getiriyor. İnsan doğru yolda olup olmadığını, doğru işler yapanların yaşam hikayelerine bakarak anlayabilir. Ülkemizin kalkınması için harekete geçen insanların, milli teknolojiye sahip olmamızı istemelerindeki nedenler, bu uğurda yaşadıkları sıkıntılar, onları yılmadan çalışmaya sürükleyen sebepler ile bugün bizler de yaptığımız işlerde benzer durumlarla karşılaşıyorsak, örnek aldığımız kişilerle aynı yoldayız demektir. Ülkesi için çalışan bir gencin, herhangi bir bezginlik anından aklına Nuri Demirağ ve Nuri Killigil’in yaşam hikayeleri geldiği takdirde uğraştığı işin ve yürüğü yolun doğru olduğunu fark edecektir. 

Sözün Muhattabı

Önce yoldaş sonra yol diye bir söz dolaşıyor kadim kültürümüzde. Sözü dikkatle incelediğimiz vakit doğruluk payının yüksek olduğunu görüyoruz. Tarihte ulaşamadığımız hayallerimize baktığımızda şunu fark ediyoruz ki menzile varamama sebebimizin yolun meşakkatli olmasından dolayı değil yoldan dönen ve türlü nedenlerle ayrılanlardan dolayı olduğudur.


Nasıl ki bir ülke kendi evlatlarını büyütüp yetiştirdikten sonra yabancı ülkelerde çalışmasını istemezse, bizler de bu topraklarda yetişen insanlarımızın zihinsel olarak yabancı ülke mensubu gibi hayata, dünyaya ve insanlığa bakmasını istemiyoruz. Bunun için çok haklı nedenlerimiz var. Çünkü bizler bu toprakların evlatlarıyız ve bizim bakışımız tarih boyunca farklı coğrafyalarda sınanarak bir medeniyet oluşturmayı başardı. O yüzden bizim bakışımızın etkili olduğu yerlerde asla “insanat bahçeleri” kurulmadı. Oysa Afrika kökenli insanları zincirleyerek şehirlerde sergileyen ve bir yandan da “insan haklarını” dünyaya servis eden, etkinliği günümüzde bile devam eden bakış açıları yanı başımızda halen varlığını sürdürüyor.


“İnsanlık yararına projeler" kapsamında düşündüğümüz takdirde insan tanımlamamız Türkiye ile kısıtlı kalıp, Afrika’daki, Hindistan’daki veyahut Sibirya’daki insanları kapsamıyorsa bir problem var demektir.  İnsan tanımlaması sadece belli başlı kişiler olan bir bakış açısının “insanlık yararına projeler” geliştirmesi beklenebilir mi? Millet olarak övüneceğimiz yegane özelliklerimizden biri de tarih boyunca tüm insanlara insan olarak bakmamızdır. Maalesef kendi içimizde, kendi tarihimiz hakkında bu durumu kabul etmeyen, aykırı sesler çıkaran, farklı yorumlarda bulunanlar olmuştur. Bir anlığına geçmişimizi kötüleyen yorumları kabul etme gafletine düşsek bile zihnimizi şöyle de çalıştırabiliriz: Doğru olanın “tüm insanları insan olarak görmek” olduğunu şimdi, bugün fark ettik diyelim ve tarihimizde böyle bir bakış açışı olmadığını farz edelim. Peki… Madem yüzyıllar sonra bahsi geçen bakış açısına sahip olabilmiş ve akıl erdirebilmişiz; bundan sonra doğru davranmakla mükellefiz. Farkına varmışsak bazı gerçeklerin sorumluluk omuzlarımızdadır…


Milli Teknoloji Hamlesi’ne doğru yürüdüğümüz bu yol sadece benimle seninle ya da birkaç kişiyle kısıtlı kalacak değil! Bizim diyebilmemiz ve “bizlerle” devam etmesi için büyümesi gelişmesi lazım. İnsanları birleştirici bakış açısıyla hareket ettiğimiz ve bu uğurda çalıştığımız takdirde Milli Teknoloji Hamlesi muvaffak olacaktır.

Türkçeleşen İHA 

Milli Teknoloji Hamlesi ile birlikte milletimizi ve ülkemizi sadece teknoloji alanında değil aynı zamanda düşünce alanında da geliştirip, dünyada söz sahibi olabileceğimizin sinyallerini vermiştik. Yakın tarihte bu konuya örnek olacak bir olay yaşadık. Türkiye bundan birkaç sene evvel savunma sanayindeki insansız hava aracı ihtiyacını gidermek için yurt dışından “Heron” siparişleri veriyordu. Dünya’da ve Türkiye’de bu sistemlerin adı “Heron”du fakat yurt dışından alamadığımız ve sıkıntı yaşadığımız heronlar nedeniyle kendi insansız hava araçlarımızı geliştirdik.


Milli Teknoloji Hamlesi’nin somut adımlarını atıktan sonra önce ülkemizde kabul gören heronların ismi Türkçeleşti ve İnsansız Hava Aracı (İHA) oldu. Ürünlerimiz kendini kanıtlamaya başladıkça dünyada kullanılan ismi İHA hatta daha özelde Bayraktar oldu. Bu durum bizlere Milli Teknoloji Hamlesi’nde kararlı bir şekilde ilerlediğimiz ve eserler üretmeye başladığımız takdirde hem teknoloji alanında hem de kabuklaşmış yabancı dil ambargosundan kurtulabileceğimizi gösteriyor. Tabi burada dikkat edilmesi gereken en önemli noktalardan biri, geliştireceğimiz ürünlerin isimlerini en önce bizim koymamızdır.


Geliştireceğimiz ürünlere farklı dillerdeki isimleriyle hitap edecek ve olduğu gibi kabulleneceksek tam anlamıyla milli bir işe imza atmış olmayız. Örnek vermek gerekirse “Türk kolası” gibi… Ne kadar iyi yaparsan yap Türk kolası milli olmaz. Bu yüzden eserin özgünlüğü ve milliliği kadar verdiğimiz isimlerin yerliliği ve Türkçeliği önemli. Bir millet kendini ve dünyayı tanımlayamazsa tanımlanır hale gelir ve ithal kavramlarla bezeli hazır tanımları kabul etmek zorunda kalır. Milli Teknoloji Hamlesi tanım koymak için var! 

Toplum ve Mektepli Gençler 

Tarih kitapları Osmanlı Devletinin son dönemlerinde yaşanan acı tecrübelerin çeşitli nedenlerini ortaya koymaya çalışır. Kimisi ekonomiden kimisi dönemin düşünce akımlarından kimileriyse envai çeşit nedenlerle o günleri anlamlandırma gayretindedir. Tarihçi Erhan Afyoncu’nun Yakın Tarih Dersleri kitabında ise Osmanlı’nın son dönemi kısaca şöyle tasvir edilir:


“II. Abdülhamid, siyaset ve diplomasiyle imparatorluğu ayakta tutmaya çalıştı. Eğitim alanında yapılan reformlarla kısmen daha eğitimli insanlar yetişse de devlet adamı ve eğitimli memur problemi tam olarak çözülemedi. Imparatorluğun son asırlarında "kaht-ı rical" denilen devlet adamı eksikliği bir türlü giderilemedi. Bu dönemde parçalanmanın hızı azaltılsa da küçülme yine durdurulamadı. II. Abdülhamid’in en büyük problemi iyi bir kadro kuramaması ve topluma, özellikle de mektepli gençlere bir heyecan verememesiydi. Avrupalı devletlerin ve Türkiye’deki diplomatların imparatorluğa karşı hoyrat davranışları gençler arasında büyük tepkilere sebep oluyordu.”


Günümüzde benzer süreçlerden geçtiğimiz söylenebilir. Özellikle gençlerde bir hedefsizlik ve bunun neticesinde heyecan eksikliği mevcut. Var olan durumun çeşitli sebepleri olsa da gençleri heyecanlandıracak ve bu sayede ülkemizi kalkındıracak hedeflere, vizyonlara, kızıl elmalara ihtiyacımız var. İşte yıllardır beklediğimiz, toplumu ve özellikle mektepli gençleri heyecanlandıracak vizyon Milli Teknoloji Hamlesi’dir!

Sözün Özü 

Milli Teknoloji Hamlesi, millet olarak varlığımızı devam ettirebilmekten öte dünyada söz sahibi olabilmek, hür ve özgür yaşayabilmek için atılmış adımlardan bir tanesidir. Tarihi boyunca boyunduruk altına girmeyen milletimiz, geçtiğimiz yüzyılda yaşamış olduğu acı tecrübeler neticesinde tekrar aynı hatalara düşüp aynı şeyleri yaşamaması için 21. yüzyılın yüksek teknoloji trenini kaçırmaması gerekmektedir. Savunma sanayinde atılan adımlar ile kendi alanında dünyanın en iyileri arasına giren ürünleri geliştiren mühendislerimizden ilham alarak, bu gelişmeleri ülke geneline yayıp en küçüğümüzden en büyüğümüze Milli Teknoloji Hamlesi’nin gelişimine katkı sağlamaları, imkanı olmayanların ise ülkemizin tam bağımsızlığı için uğraşan insanları maddeten ve manen yalnız bırakmamaları; ilerleyen süreçlerde ülkemizde değişebilecek bürokratik iklim neticesinde, geçmişte Nuri Demirağ’ın, Vecihi Hürkuş’un başına gelenlerin bir daha hiçbir vatan evladımızın başına gelmemesi ve Türkiye’nin sadece belli başlı alanlarda değil her alanda en iyiler arasına girmesi amaçlanmıştır.


Hedefe ilerlerken güzel ahlaktan ödün vermeyip yol boyunca daima kendimizi sorgulamamız, yaptığımız işlerin doğrulunu tartmamız gerekmektedir. Sözün özü eğer bir şeyleri müsbet olarak değiştirmek istiyorsak önce kendimizi değiştirmemiz ve gelecek nesillere örnek olacak davranışlarda bulunmamız elzemdir. Gençlere “Kimi örnek alıyorsunuz, kime özeniyorsunuz?” diye sorduğumuz zaman gelen cevaplar maalesef iç açıcı (yerli ve milli) değil. Bu zinciri kırmak bizim sorumluluğumuzda. “Bir genç neden bizi örnek almıyor?” sorusunu kendimize sorduğumuz takdirde eksikliklerimizi görebileceğiz. Milli Teknoloji Hamlesi sadece mekanik düzlemde ilerleyen makinelerin yürütmüş olduğu bir hareket değil. Hatta sadece mühendislerin ve teknolojiye ilgi duyanların sahipleneceği bir olay da değil. Milli Teknoloji Hamlesi, geliştirilen ürünlerden gurur duyandan ürünlerin yazılımını yazana, Teknofest yarışmacılarından öğrencileri yarışma alanına getiren servisçisine, sosyal medyada paylaşım yapanlardan paylaşımları beğenene kadar herkesi kapsayan bir yoldur.


Bu yüzden sevgili okur, ben ne yapabilirim demekten vazgeçip hali hazırda yapmış olduğun işi en güzel şekilde yapman Milli Teknoloji Hamlesi’ne değer katacaktır. Bir fikir, bir ideal ancak onu sahiplenenlerin güzel davranışlarıyla ölçülür. Milli Teknoloji Hamlesi; örnek alınacak insanlar, öykünülecek yaşamlar, tavsiye edilecek davranışlar, kendini ve toplumunu seven ve bu yüzden de hemen yanı başındaki sokakta yatan garibandan tutun da dünyanın bir ucunda acı çeken insanları dert edinip çözüm üretmeye kafa yoracak kişilerin sırtlanacağı, aslı binlerce yıl öteye dayanan bir harekettir. 


İnandığın gibi yaşamazsan, yaşadığın gibi inanırsın. 

…….

Kaynakça

Afyoncu, Erhan. Geleceği Anlamak İçin Yakın Tarih Dersleri. İstanbul: Yeditepe Yayınları. Erişim tarihi: 20 Mayıs 2025. https://www.academia.edu/50854440/Gelece%C4%9Fi_Anlamak_%C4%B0%C3%A7in_Yak%C4%B1n_Tarih_Dersleri.


“Selçuk Bayraktar: Hayatta ne yaptığınızdan çok neden yaptığınıza odaklanın.” Hürriyet. Erişim tarihi: 20 Mayıs 2025. https://www.hurriyet.com.tr/video/selcuk-bayraktar-hayatta-ne-yaptiginizdan-cok-neden-yaptiginiza-odaklanin-42153993.


Fazlıoğlu, İhsan. “İLEM Yaz Akademisi | Açılış Konuşması | İhsan Fazlıoğlu | 2016.” İLEM TV, YouTube. Erişim tarihi: 20 Mayıs 2025. https://www.youtube.com/watch?v=bJouABCnlpc&ab_channel=%C4%B0LEMTV.


Yûnus Emre. Dîvân: Seçmeler. Haz. Mustafa Tatcı. 6. baskı. Ankara: T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 2021. s. 65, 144, 180. Erişim tarihi: 20 Mayıs 2025. https://yayin.diyanet.gov.tr/File/Download?path=4232_1.pdf&id=4232.

Dipnot

[1]

Klasik eserlerimizin dibace kısmı böyle nihayete erer.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Blog İşlemleri

KÜRE'ye Sor