Son yıllarda, kişilerin kendi özelinde yaşadığı psikolojik farkındalıklar oldukça yaygın gözlemleniyor. Bu farkındalıkların yaygınlaşmasında ihtiyaçların ve taleplerin değişmesi, insanların bireyselleşmesi, sosyal alanların küçük bir ekrana sığabilecek boyutlarla şekillendirilmesi gibi unsurların etkisi kaçınılmaz.
Peki bu bağlamda birtakım kararlara varırken ölçü ne olmalıdır? Örneğin “ben annem gibi olmayacağım!” derken nereden yola çıkarız?
Doğumla Gelen Ölçü
İradesi olmayan bir bebek ile ilgili kararları genellikle o bebeğin ebeveynleri; anne ve babası verir. Bu durum çocukluk döneminde, çocuğun kendi kararlarını verebilmesi için bir alan açma cesaretini ve otoritesini sağlayabilme süreciyle devam eder. Bu sürecin çocuğun gelişim ve hayat yolculuğu için sağlıklı bir etken olduğu söylenebilir. Tersi de olabilir: Hiçbir zaman kendi kararlarını verebilecek bir alana sahip olamamış bir çocuk ve daha sonra “işgal edildiğini” düşünen biri yetişmiş olabilir.
Ölçüyle Gelen “Doğum”
Özgür veya tutsak, işgal veya meşru giriş; bütün olasılıkları kabul ederek kendini tanımaya devam etmek… Gücünü kendi özünde bulan, ışığını kendi kalbinde taşıyan bir insan için suçlamak veya küsüp gitmek tercih edilesi seçenekler değildir. Hayatın belli dönemlerinde suçlayıcı bir pencereden, bazı dönemlerde ise pencereye dahi bakmadan anlamaya çalışır insan. Çatışır, öfkelenir, sorumlu tutar, kendini suçlar, annesini suçlar, babasına küskün olur veya hayata kafa tutmaya kalkışır. Aslında bütün bu çalkantılı hâller, ruhsal bir doğumun sancıları olabilir. Fiziksel doğumundan yıllar sonra kendi ruhsal doğumunu yaşamak, ilk sancının zahmetini deneyimleme fırsatı olarak da değerlendirilebilir. Kendine gebe olmak ve kendini doğurmak: Kendine kavuşmak, dolayısıyla özünde can bulmak…
Miras Seçkileri
Doğduğu yere, memleketine, çocukluğuna özlem duygusuyla gelen aidiyet faslı, belki insanı hayata tutunduran sağlam bir kök gibidir. Nesline ait hissetmek, aileye ait hissetmek, eve, şehre, her hafta kullandığın otobüs hattına, arabanın markasına… Güvenle bağ kurabilmek için gereken şey, aidiyet faslı. İnsan ait olduğu veya ait hissettiği şeyden bir parça taşır kendinde. Bir bakış, bir broş, bir gülümseme veya bir şive olabilir. Teraziyi sağlam tartmak, ölçerken 1 santimetre eksik bırakmamak veya hakkını vermek, dik durmak, yalandan kaçınmak belki de. Doğumdan sonra kalan miraslardır bunlar insana. Tanınırlık nişanlarıdır: İnsan sözünden, tebessümünden, hakkaniyetinden ayırt edilir yüzlerce insanın içinden. Yani insan mirasından seçilir.
Annem veya Babam Gibi
Kendi doğumuna şahit olan bir insan için bu miraslar oldukça kıymetli ve nadide parçalardır. Varlığının oluşumuna vesile olan anne ve babanın görünmez miraslarını gözle görülebilir ve kalple hissedilebilir kılmak üzere bunları kendi süzgecinden geçirmek, daha sonra bunları bir cevher hâline getirmiş olmanın haklı sevinciyle üzerinde taşımak hem öz saygıyı hem öz sevgiyi gerektiren büyük bir mücadelenin ürünüdür.
Daha İyisi Olmalı Ancak “Olmamalı” Değil
Varlık nişanesi olarak anne ve babalarımızdan üzerimize kalan izleri tasnif ederek hayatta tutmaya devam etmek, bu izlere yapılabilecek en merhametli muamele olabilir. Kendimizden önce, kendimiz ve kendimizden sonra zincirinin bir halkası olarak düşünüldüğünde bu izleri miras olarak kabul etmek hem kendi varlığımızı hem aidiyet mirasını bugünün ötesine taşımayı sağlayacak bir kuvvettir. Annenin saçını okşayışını alıp küçük çocukların sevgiyle başını okşamak, babanın ilgisiz bakışlarını alıp kendi çocuğuna ilgiyle bakmak, bir sokak kedisine ceketini yuva yapan dedenin merhametini alıp yemek yiyen kediyi rahatsız etmemek… Acı veya tatlı: Bütün izler ben, ben olduğu; sen, sen olduğu; annen, annen olduğu; baban, baban olduğu için orada. Olmamalı değil; daha iyisi olmalı, daha yakından tanımalı, sevmeyi ve hürmet etmeyi öğrenmeli.

