KÜRE LogoKÜRE Logo
BlogGeçmiş
Blog
Avatar
Ana YazarNursena Şahin14 Kasım 2025 21:48

Yetişmeye Çalıştığımız Yol

fav gif
Kaydet
kure star outline

Hayatta çoğu zaman bir şeyler peşinde koşarken ve bir işi tamamlamak üzere bir yolculuğa çıkarken büyük bir sebat ve istikrarla adımlar atıyoruz. Hatta tek adımla başladığımız yolları çifter çifter yürümek ve etraftaki kalabalığa yetişmek mecburiyetinde hissediyoruz kendimizi. Peki neden etrafa yetişmek mecburiyetinde hissediyoruz? Yola başlarken ve ilk adımı atarken durakta tektik; o hâlde etrafa yetişme çabamız neden? Aslında burada, kendimizi aynı durakta başlamadığımız, aynı büyüklükte adımlar atmadığımız, aynı şartlara sahip olmadığımız ve en önemlisi de aynı kişi olmadığımız “etraf” ile yarıştırıyoruz. Cevap elbette çok katmanlı.


Bizim için bu sorunun cevabı çoğu zaman şöyle şekilleniyor: Eğer etrafa yetişirsek, başarısız olsak bile tatmin oluruz. Çünkü yetiştiğimizde en azından bir ivme kazandığımızı, belki de bir adım attığımızı düşünürüz. Fakat attığımız adım gerçekten o yol için midir, ya da o yol için yeterli midir, işte orası meçhul. Özellikle yoğun ve stresli dönemlerde, bir proje yetiştirirken ya da bir sunuma hazırlanırken daha fazla düşünüyoruz bu durumu. Sanki bir adım atmazsak yetişemeyecekmişiz, bir yolculukta değilsek hep aynı yerde kalacakmışız gibi… Ne acı bir yanılgı!


Oysa sürekli koşmak zorunda değiliz. Çevremizle bir yarışta değiliz. Hepimizin hayat yolculuğunda karşılaştığı sorunlar farklı ve durakta karşılaştığımız her insanla aynı yere gitmiyoruz.


Zamanla fark ettik ki geç kalmamak adına attığımız adımların arkasında, aslında daha fazlasını isteme arzumuz yatıyor. Daha iyi okul, daha iyi iş, daha iyi yaşam tarzı, daha konforlu bir yolculuk… Listeyi bitirmek mümkün değil. Bu arzuyu, kendimizi yetersiz hissettiğimiz dönemlerde daha güçlü hissediyoruz. Yıllar önce çok istediğimiz bir üniversiteyi kazanmamıza rağmen, bugün daha iyisine ulaşmamız gerektiğini düşünüyoruz. Gelişimimize katkı sağlayan bir işte çalışsak bile, daha iyi bir iş varsa orada da olmalıyız diye kendimizi zorluyoruz. Bu düşünceler bizi bazen rahatsız ediyor, hatta içimizde açıklayamadığımız bir boşluk yaratıyor.


Tam da burada durup kendimize şunu soruyoruz:

Neden sürekli daha iyisinin peşindeyiz?

Neden bulunduğumuz yer, bulunduğumuz an, bizim için yeterli olamıyor?


Bütün bu sorgulamaların içinde fark ettiğimiz başka bir gerçek daha var: Aslında geç kalmakla ilgili kaygımız, çoğu zaman kendi değerimizi dış dünyadan ölçmeye çalışmamızdan kaynaklanıyor. Sanki attığımız her adımı birilerinin görmesi, birilerinin onaylaması, birilerinin “doğru yoldasınız” demesi gerektiği için atıyoruz. Çünkü yalnızca kendi içimizde verdiğimiz onayın yeterli olup olmadığından emin değiliz. Bazen bir adım atmamızın tek sebebi, ilerleyen kalabalığın içinde geri kalan olmayalım korkusu oluyor. Bu duygu bizi hızlandırsa da aynı zamanda tükenişe doğru sürüklüyor.


Bu noktada kendimize şu soruyu soruyoruz:

Gerçekten geç kaldığımız şey ne?

Hayat mı, insan ilişkileri mi, fırsatlar mı? Yoksa kendimize yetişmek mi?


Belki de hayatın temposu o kadar yükseldi ki biz kendi ritmimizi duyamaz olduk. Sosyal medyada gördüğümüz başarı hikâyeleri, etrafımızdaki insanların elde ettiği fırsatlar, bizim henüz ulaşamadıklarımız… Hepsini bir arada düşününce gecikmiş hissediyoruz. Sanki herkes bir yerlere varıyor ve biz hâlâ bir önceki durağın gölgesindeyiz. Böyle zamanlarda kendimize kızıyoruz, içimizde görünmeyen bir baskı doğuyor, huzursuz bir acelecilik hâkim oluyor.


Oysa daha derine indiğimizde, geç kalma duygusunun bir yönüyle bizi motive ettiğini fakat diğer yönüyle bizi kendi değerimizi sorgulamaya ittiğini fark ediyoruz. Çünkü geç kalmak, aslında yalnızca zamanla ilgili bir kavram değil; çoğu zaman kabulle, kendimizi olduğumuz gibi görmeyle ve eksik sandığımız taraflarımızla ilgili. Bir yere geç kaldığımızda, orada bizi bekleyen bir şey olduğuna dair bir inanç taşırız. Oysa bazen, geç kalmamız gereken yerler de vardır. Bizi dönüştürmesi, koruması, hatta başka bir yola yönlendirmesi için gecikmiş olmamız gereken.


Şunu da fark ediyoruz ki sürekli “daha iyisi”ni istemek bazen bizi bir girdaba sürüklüyor. Evet, gelişmek istiyoruz; evet, daha ileri gitmek, daha iyi bir yaşam kurmak niyetindeyiz. Ama bu istek, bize yön veren bir hedef olmaktan çıktığında ve bir boşluk doldurma çabasına dönüştüğünde, yapay bir yarışa dönüşüyor. Kazandığımız her şey kısa süreli bir tatmin sağlıyor ve ardından yeni bir eksiklik hissi doğuruyor. Daha iyi bir üniversiteye gitsek bile daha iyisi olabilir; daha iyi bir işte olsak bile daha yükseği mümkündür; daha iyi bir hayat kursak bile daha fazlası hayal edilebilir. Bu döngü, sonu olmayan bir merdiven gibi önümüzde duruyor.


Ve o merdivenin neresinde olduğumuzu anlamaya çalışırken, bir bakıyoruz ki asıl istediğimiz şey daha yükseğe çıkmak değil; çıktığımız yerin bize iyi gelmesi. Bunu fark etmek kolay değil. Çünkü toplum bize çoğu zaman yetersizliğimizi hatırlatıyor; daha başarılı, daha hızlı, daha üretken olmamız gerektiğini söylüyor. Ama kimse durup “Peki bu hız bize uygun mu?” diye sormuyor. O soruyu kendimize sormadığımız sürece de geç kalma korkusu peşimizi bırakmıyor.


Zamanla şunu öğreniyoruz:

Evet, bazen geç kalıyoruz.

Evet, bazen yetişemiyoruz.

Evet, bazen adımlarımız ağırlaşıyor, yollarımız uzuyor.


Ama bu gecikmeler bizim yetersizliğimiz değil; hayatın bize ait ritminin bir parçası. Bir şey geç olduğunda ona hazır olmayabiliriz; bir şey erken olduğunda da onu taşıyamayabiliriz. Aslında yaşam, bize doğru zamanları öğretmek için sürekli kendi akışını hatırlatıyor. Ve o akışın içinde, başkalarının adımlarına yetişmeye çalışırken kendi adımımızı unutursak, işte o zaman gerçekten gecikiriz.


Bütün bunları düşündüğümüzde, artık şunu daha net görüyoruz:

Biz kimseyle yarışmıyoruz.

Hiçbirimiz aynı noktadan başlamadık.

Hiçbirimiz aynı rüzgârı arkamıza almadık.

Hiçbirimiz aynı yüklerle ilerlemiyoruz.


Kaldı ki varacağımız yer bile aynı değil. Yollar kesişse de hedefler farklı, duraklar benzese de yönler değişken.


Bu yüzden geç kalmak bazen sandığımız kadar büyük bir felaket değil. Belki de asıl felaket, bize ait olmayan bir zamana uymaya çalışmak. Bizim olmayan bir hızla koşmak. Bizim olmayan bir hedefe ulaşmaya çabalamak...

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Blog İşlemleri

KÜRE'ye Sor