Tüm inanışlarda, tüm anlayışlarda, tüm biçimlerde; her insan, hayata gelişiyle ilgili ama toplum nezlinde önemli, ama kendince önemsiz bir gaye arar. Üstelik, arayıp bulunabildiği gibi; hiçbir adım atmadan da bu gayeye erişilebilir. Toplum nazarında kıymetli sayılabilecek bir sebebe tutunanlar da vardır; kendi iç dünyasında bunun pek de mühim olmadığını düşünenler de... Ne var ki, gaye dediğimiz şey bazen aramakla bulunmaz; bazen de hiçbir niyet taşımadan, ayak bile sürmeden, insanı bulur.
Sebep–sonuç zincirine indirgenmiş hayatların denklemi, çoğunlukla bu gayenin etrafında örülür. Biri suyu berraklaştırmak için gelir dünyaya, diğeri ise sabrınızı tüketmek için... Kimi, sizi aşka – ya da onun hatırasına – ikna etmeye çalışır; kimiyse düzeninizi yerle yeksan etmek için hayatınıza temas eder. İlginçtir, bu zıt işlevleri taşıyanlar bazen aynı kişide bulunabilir. Belki biri sadece sizi umutlandırmak için bu dünyada vardır. Veya siz, bir başkasının hayatında parlayacak bir yıldız için basamak olmayı üstlenmişsinizdir.
İnsanın kendi mutluluğuna karşı bile sınandığı anlar olur. Başkasının saadeti için yaşarken, kendi sevinçlerini hiçe saymak zorunda kalabilir. Bu noktaya dek anlatılanlar, pek çoklarının aşina olduğu, sıradan bir yaşam dokusudur. "Demek ki hayatıma bunun için girmiş," diye düşünürsünüz ve yolunuza devam edersiniz. Lakin gerçekten olanın bu olup olmadığını kim bilebilir?
Hayatta her şeyin adı değişebilir: karma, kısmet, kader, hikmet... Ektiğinizi biçmek ya da ettiğinizi bulmak gibi farklı kavramlarla açıklamaya çalıştığınız deneyimler, sizi isyana da, tevekküle de sürükleyebilir. Fakat asıl muamma şu noktada başlar: Belli bir anda hayatın kendi iç matematiği, başka insanların kurduğu denklemlerle çarpışır ve hangi parantez içinde neyin yer aldığını ayırt etmek, imkansız hale gelir.
Eğer bir insan, kalbinize dokunmuş ama sizin hayat denkleminizde hiçbir yere oturmuyorsa, o zaman sonlandırmak bir çare gibi görünebilir. Fakat bu çare dediğiniz şey, sizi çok daha girift, geri dönüşsüz bir girdaba da sürükleyebilir. Zaman zaman tüm bu örüntü içinde kaybolmuş hissedersiniz. Kimi zaman örselenmiş, kimi zamansa gerçekliğin dışına taşan, fazla cilalı bir mutluluğun içinde bulursunuz kendinizi. Ve farkında olmadan o mutluluk da bir sınamaya, bir süre sonra da bir sinemaya dönüşebilir.
İşte en esaslı hakikat burada saklıdır: Hayata geliş gayenizi anladığınızı düşündüğünüz anda, bir illüzyon misali, bu amaç tamamen kırılır, bükülür veya hiç umulmadık bir biçime girer. Gördüğünüz, yaşadığınız, inandığınız her şey; sizi var ede ede, yok edebilir. Bu küçük sır, yoldaki taşların değişimiyle yolunuzun değişmeyeceğini de açığa çıkartır.
İlk farkına vardığınız gerçekliğin ne olduğunu ve ne çabuk gerçek olmaktan çıktığını hatırlayın.
O günden sonra neler oldu?
Işık, gölge, benlik. (Fotoğraf: Ayşe Aslıhan Yoran)