KÜRE LogoKÜRE Logo
Ai badge logo

Bu madde yapay zeka desteği ile üretilmiştir.

Stanford Hapishane Deneyi

Psikoloji+1 Daha
fav gif
Kaydet
kure star outline

Stanford Hapishane Deneyi, 1971 yılında Stanford Üniversitesi'nde psikolog Philip Zimbardo tarafından gerçekleştirilen, psikoloji tarihinin en çok tartışılan çalışmaları arasında yer alır. Bu deney, hapishane ortamında algılanan güç ve sosyal rollerin psikolojik etkilerini incelemek amacıyla tasarlanmıştır. Deneyde Üniversite öğrencilerinden rastgele seçilen bir grup, gardiyan veya mahkûm olarak simüle edilmiş bir hapishane ortamına yerleştirilmiştir. İnsan davranışını akademik bir şekilde incelemeyi amaçlayan bu deney, katılımcıların kendilerine atanan rolleri aşırı derecede içselleştirmeleriyle hızla otorite, kimlik kaybı (deindividuation) ve itaat süreçlerinin davranışsal sonuçlarını ortaya koymuştur. Başlangıçta iki hafta sürmesi planlanan deney, sadece altı gün sonra, katılımcıların yaşadığı psikolojik sıkıntılar ve etik kaygılar nedeniyle sonlandırılmıştır. Etik tartışmalarına rağmen, bu çalışma, kurumsal gücün, durumsal davranışın ve psikolojide daha sıkı araştırma yönergelerinin gerekliliğinin anlaşılmasını etkilemiştir.


Yapay Zeka tarafından oluşturulmuştur.

Stanford Hapishane Deneyi ve Milgram Deneyi İlişkisi

Stanford Üniversitesi'nde sosyal psikolog olan Philip Zimbardo, insan davranışını anlamada, özellikle otorite, güç ve uyum bağlamında, durumsal güçlerin nasıl etkili olduğunu araştırmaya ilgi duymuştur. Araştırmaları sıklıkla kimlik kaybı (deindividuation), grup dinamikleri ve bireylerin normal koşullar altında yapmayacakları şekilde hareket etmelerine yol açan psikolojik mekanizmalar gibi temaları incelemiştir.


Stanford Hapishane Deneyi, önceki psikolojik çalışmalardan, özellikle Stanley Milgram’ın itaat deneyinden (1961-1963) etkilenmiştir. Milgram’ın bulguları, sıradan bireylerin, bir otorite figürü tarafından talimat aldıklarında zararlı davranışlar sergileyebileceklerini ortaya koymuştur. Milgram deneyinde, bireylerin doğuştan gelen kişilik özelliklerinden ziyade durumsal faktörlerin önemli bir rol oynadığını göstermiştir. Zimbardo, bu kavramı daha derinlemesine incelemeyi ve bireylerin daha kapsayıcı, rol temelli bir ortamda nasıl davranacaklarını gözlemlemeyi amaçlamıştır. Deneyin teorik temeli, sosyal roller, otorite ve kimlik kaybı (deindividuation) psikolojik ilkelerine dayanmaktadır.


Sosyal roller, belirli bağlamlarda davranışsal beklentileri belirler ve bireylerin kişisel değerleriyle çatışsa bile atanan kimliklere göre hareket etmelerini sağlar. Hem Milgram’ın çalışmasında hem de Stanford Hapishane Deneyi’nde gösterildiği gibi otorite, bireyleri kurumsal bir görevi yerine getirdiklerine inandıklarında aşırı eylemlere zorlayabilir. Ayrıca, kimlik kaybı deneyde önemli bir rol oynamıştır. Katılımcılar, özellikle gardiyanlar, ahlaki pusulalarından giderek daha fazla uzaklaşmış ve bu durum, artan şekilde aşırı davranışlara yol açmıştır. Bu teorik unsurlar, güç dinamiklerinin ve çevresel koşulların insan davranışı üzerindeki etkilerini ortaya koyacak bir deneyin temelini atmıştır.

Stanford Hapishane Deneyi Tasarım ve Yöntemi

Stanford Hapishane Deneyi, algılanan güç ve otoritenin bir hapishane benzeri ortamda psikolojik etkilerini incelemek amacıyla kontrollü bir çalışma olarak tasarlanmıştır. Psikolog Philip Zimbardo ve araştırma ekibi, Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nün bodrum katında gerçekçi ancak simüle edilmiş bir hapishane ortamı yaratmayı hedeflemişlerdir. Çalışma, başlangıçta iki hafta sürmesi planlanmış ve katılımcıların gardiyan ya da mahkûm olarak belirlenen rollere nasıl uyum sağladığını gözlemlemek için rol atamaları ve davranışsal yönergeler uygulanmıştır.

Katılımcıların Seçimi ve Rollere Rastgele Atanması

Stanford Hapishane Deneyi'ne katılacak kişiler, hapishane yaşamı üzerine bir araştırma için günde 15 dolar ödeme yapılacağına dair bir gazete ilanı ile davet edilmiştir ve çalışma süresinin bir ila iki hafta arasında olacağı belirtilmiştir. Toplamda 75 erkek üniversite öğrencisi başvurmuş ve bu bireyler, ruhsal sağlık geçmişleri, ailede psikopatoloji öyküsü ve geçmişteki antisosyal davranışlar gibi kriterler doğrultusunda taranmıştır. Bu havuzdan, en psikolojik olarak stabil, olgun ve antisosyal davranışlardan en az etkilenen 24 öğrenci seçilmiştir. Bu bireyler daha sonra rastgele bir şekilde ya mahkûm ya da gardiyan rolüne atanmıştır.


Çalışma, katılımcıların atanan rollere tamamen daldıkları gerçekçi bir hapishane simülasyonu yaratacak şekilde tasarlanmıştı. Ancak, deney sadece 6 gün sonra sona erdirilmiş ve bu süre, planlanan 2 haftadan çok daha kısa olmuştur. Deneyin sonlanma sebebi, katılımcıların patolojik derecede aşırı davranışlar sergilemeye başlamasıdır; mahkûmlar çaresizlik ve boyun eğme gösterirken, Gardiyanlar, giderek daha katı, baskıcı ve zalim tutumlar sergilemiştir. Bu hızlı tırmanışla rol dağılımı ve durumsal faktörlerin etkili olduğu gözlemlenmiştir.

Stanford Üniversitesi'ndeki Simüle Edilen Hapishanenin Kurulumu

Gerçekçi bir hapishane ortamı yaratmak amacıyla, Zimbardo ve ekibi, Stanford Üniversitesi Psikoloji Bölümü'nün bodrum katını işlevsel bir sahte hapishaneye dönüştürdü. Bu alan, parmaklıklı kapıları olan küçük hücreler, bir hücre hapsi alanı (“delik” olarak adlandırılan) ve açık hava etkinlikleri için geçici bir hapishane avlusu içerecek şekilde modifiye edilmiştir. Sürekli gözlem yapılabilmesi için güvenlik kameraları yerleştirilmiş ve araştırmacıların doğrudan müdahale etmeden etkileşimleri izlemelerine olanak tanıyan bir interkom sistemi kurulmuştur. Mahkûmlar, gerçek polis memurları tarafından evlerinden tutuklanmış, gerçek bir karakola götürülerek parmak izleri alınmış ve fotoğrafları çekildikten sonra gözleri bağlanarak deney alanına taşınmıştır. Bu dramatik tutuklama süreci, gerçekçiliği artırmak ve mahkûmlar olarak yeni kimliklerini pekiştirmek amacıyla tasarlanmıştır.

Gardiyanlara ve Mahkûmlara Verilen Talimatlar

Simüle edilmiş hapishaneye girdiklerinde, mahkûmlar kişisel eşyalarından arındırılmış, isimleri yerine kimlik numaraları verilmiş ve iç çamaşırı olmayan, aynı tarzda önlükler giydirilmiştir. Bu uygulama, onların bireysellik ve özerkliklerini kaybettiklerini vurgulamaktadır. Mahkûmlar, katı bir programa uymak, verilen emirleri yerine getirmek ve yalnızca kimlik numaralarına yanıt vermek zorunda kalmışlardır. Gardiyanlar ise askeri tarzda üniformalar, göz teması kurmayı engellemek için aynalı gözlükler, odun sopalar (fiziksel şiddet yasak olsa da) ve otoritelerini pekiştirmek için düdük hakları verilmiştir. Gardiyanlara, mahkûmlar üzerinde düzeni sağlamak ve kontrolü elinde tutmak talimatı verilmiş, ancak bu rolleri yerine getirirken büyük bir özgürlük verilmiştir. Fiziksel şiddet doğrudan yasaklanmışken, psikolojik manipülasyon ve katı kuralların uygulanması ise izin verilmiştir. Zimbardo, kendisi de hapishane müdürü rolünü üstlenerek, araştırmacı ile otorite figürü arasındaki sınırları daha da belirsizleştirmiştir.

Deneyin Başında Etik Değerlendirmeler

Deney başlamadan önce, tüm katılımcılar, belirli bir rahatsızlık ve stres seviyesini deneyimleyeceklerini kabul eden bilgilendirilmiş onam formlarını imzalamışlardır. Ancak, deney ekibi, potansiyel uzun vadeli psikolojik etkileri tam olarak ön görmemiştir. Katılımcıların istedikleri zaman deneyden ayrılabileceği konusunda bir anlaşma yapılmış olsa da, ortaya çıkan güç dinamikleri pratikte bu seçeneği zorlaştırmıştır. Zimbardo ve ekibi, katılımcıların gönüllü olarak çalışmaya katıldıkları ve rollere rastgele atanmış oldukları için etik kaygıların en aza indirildiğini başlangıçta düşünmüşlerdir. Ancak, net bir çıkış stratejisi, profesyonel denetim ve psikolojik güvenlik önlemlerinin olmaması, sonradan etik eleştirilerin ana noktaları haline gelmiştir. Bu tür yoğun bir simülasyon için önceden belirlenmiş etik yönergelerin eksikliği, beklenmedik sonuçların çalışmadan önce uygun şekilde ele alınmamasına yol açmıştır. Deneyin tasarımında, Zimbardo, aşırı sosyal roller altındaki insan davranışının sınırlarını keşfetmeyi amaçlamıştı, ancak etik ön görü eksiklikleri, deneyin erken sonlanmasına ve psikolojik araştırmalarda kalıcı tartışmalara yol açmıştır.

Deneyin Gelişimi

Stanford Hapishane Deneyi ilerledikçe katılımcılar, atanan rollere hızla uyum sağladı ve bu, davranışlarda hızlı ve aşırı bir dönüşüme yol açtı. Başlangıçta kontrollü bir psikolojik çalışma olarak başlayan deney, kısa sürede otorite, insanlık dışılaştırma ve güç dinamiklerinin etkilerini gösteren rahatsız edici bir gösteriye dönüştü. Gardiyanlar ve mahkûmlar arasındaki etkileşimler yoğunlaşarak, durumsal güçlerin nasıl suistimallerine ve psikolojik bozulmaya yol açabileceğini gözler önüne serdi.

Gardiyanlar ve Mahkûmların İlk Davranışları

İlk gün, hem gardiyanlar hem de mahkûmlar, rolleri konusunda başlangıçta belirsizlik yaşadılar. Mahkûmlar, rahatsız olsalar da durumu yalnızca bir deney olarak görmeye devam etti, gardiyanlar ise katı bir kontrol uygulamaktan çekindiler. Ancak bu dinamik hızla değişti; gardiyanlar, keyfi kuralları uygulayarak, mahkûmlara basit işler yaptırarak ve sözlü uyarılarda bulunarak baskınlıklarını pekiştirmeye başladılar. Mahkûmlar ise kimliklerini ortaya koymaya ve otoriteye karşı direnmeye çalıştılar, bu da erken dönemde çatışmalara yol açtı. Bazı mahkûmlar gardiyanları alaya aldı ya da talimatları yerine getirmeyi reddetti, böylece yeni kurulan güç yapısının sınırlarını test ettiler.

Gardiyanların Suistimallerinin Artışı

İkinci günde, gardiyanlar giderek daha otoriter davranışlar sergilemeye başladı ve bu, taciz ve insanlık dışılaştırma için zemin hazırladı. Bazı mahkûmlar isyan başlattığında, gardiyanlar agresif bir şekilde karşılık verdiler; onları yatıştırmak için yangın söndürücüler kullandılar ve başı çekenleri hücre hapsine aldılar. Bu, gardiyanların güçlerini tam anlamıyla benimsedikleri ve zorlayıcı cezaları, örneğin zorla egzersiz, uyku yoksunluğu ve sözlü aşağılamalar gibi cezaları uygulamaya başladıkları dönüm noktasıydı. İzleyen günlerde psikolojik taciz arttı; gardiyanlar, mahkûmların tuvaletlere erişimini kısıtladılar hatta onları gruplara ayırarak bölünme ve boyun eğme ortamı yarattılar. Kimlik kaybı süreci daha da belirginleşti; gardiyanlar, mahkûmları artık sadece öğrenciler olarak değil, kontrol edilmesi ve cezalandırılması gereken alt kademe bireyler olarak görmeye başladılar.

Mahkûmlar Üzerindeki Psikolojik Etkiler (Stres, Çöküşler ve Boyun Eğme)

Suistimallerin arttığı her geçen gün, mahkûmlar ciddi psikolojik sıkıntılar göstermeye başladılar. Birçoğu, kişisel özerkliklerini kaybetmenin getirdiği duygusal çöküş, anksiyete ve içe kapanma gibi belirtiler yaşadı. İlk 36 saat içinde bir katılımcı, duygusal kriz geçirdi ve deneyden çıkarılması gerekti. Diğerleri ise öğrenilmiş çaresizlik belirtileri göstermeye başladılar, mahkûm olarak rollerini kabullenip, kötü muameleye karşı direnmeyi bıraktılar. Bazı mahkûmlar, isyan etmek yerine, diğer mahkûmlara karşı dönüp, gardiyanların talimatlarını yerine getirerek ödül kazanma ya da cezadan kaçma yolunu tercih ettiler. Deney, çevresel ve sosyal baskıların kişisel ahlakı ve kimlik duygusunu nasıl aşabileceğini, bireylerin ya baskıya uyum sağlayarak ya da buna dahil olarak suça ortak olmalarına yol açabileceğini gösterdi.

Zimbardo'nun Hapishane Müdürü Rolü

Deney ilerledikçe, Philip Zimbardo, objektif bir araştırmacı olma rolünden çıkıp, hapishane müdürü olarak kendi rolüne daha da gömüldü. Tarafsız bir tutum sergilemek yerine, hapishane dinamiğine dahil oldu ve katılımcılara uygulanan psikolojik zararı fark edemedi. Otorite figürü olarak varlığı, gardiyanların eylemlerini meşrulaştırdı; çünkü onlar, Zimbardo’nun müdahalesizliğini, onların artan davranışlarına yönelik örtülü bir onay olarak yorumladılar. Zimbardo, ancak meslektaşı psikolog Christina Maslach’ın, koşulları bizzat gözlemleyip şok ve öfke ile tepki göstermesi üzerine etik kaygıların boyutunu fark etti. Maslach’ın müdahalesi, Zimbardo’yu deneyin yönünü yeniden değerlendirmeye zorladı ve sonunda sadece altı gün süren deney, planlanan iki haftalık süreden önce sona erdi. Deneyin ilerleyişi, sıradan bireylerin, denetimsiz bir otorite pozisyonuna yerleştirildiklerinde, moral değerleriyle çelişen davranışlar sergileyebileceklerini ortaya koydu. Hem gardiyanların hem de mahkûmların psikolojisinin hızla bozulması, durumsal etkilerin gücünü gözler önüne serdi ve kurumsal istismar ve otoriter kontrol mekanizmaları hakkında önemli bir içgörü sağladı.

Etik Tartışmalar ve Eleştiriler

Stanford Hapishane Deneyi, psikoloji tarihinin en tartışmalı çalışmaları arasında yer almaktadır, özellikle katılımcılara uygulanan etik ihlaller ve psikolojik zararlar nedeniyle. Başlangıçta rol yapma ve durumsal güç dinamiklerinin psikolojik etkilerini incelemek amacıyla tasarlanmış olan deney, hızla kontrolden çıkarak araştırma etiği konusunda ciddi endişelere yol açtı. Katılımcılar için yeterli koruma önlemlerinin olmaması ve yaşadıkları aşırı düzeydeki sıkıntılar, hem psikologlardan hem de etik kurumlardan geniş çaplı eleştirilere neden oldu. Deneyin sonuçları, modern etik kılavuzlarının şekillendirilmesinde, özellikle Amerikan Psikolojik Derneği (APA) çerçevesinde, önemli bir rol oynadı.

Etik İhlaller ve Bilgilendirilmiş Onam Eksikliği

Deneyin başlıca etik sorunlarından biri, uygun bilgilendirilmiş onamın alınmamasıdır. Katılımcılar, psikolojik rahatsızlık yaşayacaklarını kabul eden onam formlarını imzaladılar, ancak maruz kalacakları duygusal ve fiziksel sıkıntıların ciddiyeti hakkında yeterince bilgilendirilmediler. Suistimallerin beklenmedik şekilde artması—Zimbardo’nun müdahale etmemesiyle birleşince—katılımcıların başlangıçta kabul ettikleri koşullardan çok daha aşırı bir ortamda bulunmalarına yol açtı. Ayrıca, katılımcıların teorik olarak herhangi bir zamanda deneyden çekilme hakları olsa da, pratikte bazı mahkûmlar kendilerini sıkışmış hissettiler, çünkü çıkış talepleri çoğunlukla gecikmelerle, iknalarla veya doğrudan reddedilerek karşılandı. Gardiyanlar, mahkûmlar ve araştırma ekibi arasındaki güç dinamikleri, otonomi ve özgür iradenin önemli ölçüde ihlal edilmesine yol açtı ve bu, temel etik ilkelerin ihlali anlamına geldi.

Katılımcılara Uygulanan Psikolojik Zarar

Katılımcıların yaşadığı psikolojik sıkıntılar, önceden tahmin edilenden çok daha büyük oldu. Sadece birkaç gün içinde, mahkûmlar ciddi duygusal çöküşler, ağlama nöbetleri, anksiyete atakları ve depresyon belirtileri göstermeye başladılar. Bazıları, kendilerine verilen mahkûm kimliklerini bir deneyin parçası olarak değil de gerçek olarak kabul etmeye başlayarak dissosiyasyon yaşadılar. Öte yandan, gardiyanlar, rollerini rahatsız edici bir şekilde içselleştirerek, sözel aşağılamalar, psikolojik manipülasyonlar ve dehumanize edici davranışlar sergilediler. Gardiyanlara verilen denetimsiz güç ve dış denetimin eksikliği, suistimallerin artmasına yol açarak toksik ve psikolojik açıdan zararlı bir ortam oluşturdu. Deneyin katılımcılar üzerindeki uzun vadeli etkileri belirsizliğini korumakla birlikte, bazı eski katılımcılar, deneyin bitmesinin üzerinden uzun süre geçtikten sonra bile duygusal rahatsızlıklar yaşadıklarını bildirmiştir.

Meslektaşlardan ve Kurumlardan Gelen Eleştiriler

Stanford Hapishane Deneyi, bilimsel topluluk tarafından güçlü bir şekilde eleştirildi. Birçok psikolog ve kurum, deneyin etik eksikliklerini ve metodolojik hatalarını eleştirdi. En güçlü eleştirilerden biri, psikolog Erich Fromm’dan geldi; Fromm, deneyin durumsal faktörlerin etkisini abarttığını ve davranışlardaki bireysel farkları göz ardı ettiğini savundu. Diğer eleştirmenler, Zimbardo’nun kendisinin hapishane müdürü olarak aktif bir şekilde katılım göstermiş olması nedeniyle bulguların subjektif olduğunu belirttiler; bu durum, sonuçları potansiyel olarak yanlı hale getirebilirdi. Eleştirmenler ayrıca, gardiyanların talep özelliklerinden etkilenmiş olabileceklerini, yani beklenenden aşırı şekilde davranmalarının, psikolojilerindeki içsel bir değişimden değil, kendilerinden beklenen bir davranış biçimi olduğuna inandıkları için meydana gelmiş olabileceğini belirttiler. Çalışma, Milgram’ın itaat deneyine de olumsuz bir şekilde karşılaştırıldı; çünkü Milgram, daha belirgin etik güvenlik önlemleri belirlemişti, oysa Zimbardo, suistimallerin denetimsiz bir şekilde devam etmesine izin vermişti. Üniversiteler ve etik kurulları da deneyin, psikolojik araştırmalarda daha sıkı etik denetimlerinin gerekliliğini vurgulayan bir örnek olarak gösterildi.

Psikolojik Araştırmalarda Etik Kılavuzlarının Etkisi (APA Standartları)

Amerikan Psikolojik Derneği (APA) ve üniversitelerin etik inceleme kurulları açısından Stanford Hapishane Deneyi’nin etik başarısızlıkları, modern araştırma etiğinin şekillendirilmesinde önemli bir rol oynadı. Yaygın eleştirilerin ardından, kurumsal inceleme kurulları (IRB'ler) ve etik komiteleri, insan denek araştırmaları için daha sıkı kılavuzlar uygulamaya başladılar. APA'nın etik standartları, şu şekilde güncellendi:


  • Katılımcıların potansiyel riskleri tam olarak anlayarak bilgilendirildiği daha güçlü bilgilendirilmiş onam prosedürleri.
  • Katılımcıların herhangi bir dirençle karşılaşmadan deneyden çekilme hakkı.
  • Katılımcıların sıkıntı yaşayıp yaşamadığının izlenmesi ve destek verilmesi amacıyla zorunlu psikolojik tarama ve bilgilendirme.
  • Deney zararlı hale geldiğinde dış denetçilerin müdahale etmesini gerektiren bağımsız denetim ve müdahale protokolleri.


Bu değişiklikler sonucunda, Stanford Hapishane Deneyi’ne benzer deneyler, modern etik standartlara göre artık onaylanmazdı. Zimbardo, bulgularının bilimsel değerini savunsa da, deney, etik denetimlerin yetersiz olduğu durumlarda ne gibi sonuçlar doğurabileceğini gösteren bir uyarı örneği olarak sıkça alıntılanmaktadır. Bu durum, psikolojik araştırmalarda katılımcıların iyiliğinin önceliklendirilmesinin önemini pekiştirmiştir.

Stanford Hapishane Deneyi'nin Etkileri

Stanford Hapishane Deneyi, psikolojide tartışmalı çalışmalardan biri olmaya devam etmektedir ve otorite, durumsal davranış ve güç psikolojisinin anlaşılmasında önemli bir rol oynamıştır. Bulguları, akademinin ötesinde geniş çaplı etkiler yaratmış, cezaevi reformu, askeri davranış, kolluk kuvveti politikaları ve psikolojik araştırmalarda etik standartlar üzerine tartışmaları etkilemiştir. Yöntemi ve etik ihlalleriyle ilgili eleştirilerine rağmen, deney, sıradan bireylerin belirli durumsal baskılar altında nasıl zararlı davranışlar sergileyebileceğini gösteren bir uyarı örneği olarak devam etmektedir.

Otorite ve Durumsal Davranış Anlayışına Etkisi

Deneyin en derin katkılarından biri, durumsal faktörlerin bireysel kişilik özelliklerine olan etkisini göstermesiydi. Çalışma, insanların davranışlarının büyük ölçüde atandıkları roller ve faaliyet gösterdikleri kurumsal çerçeveler tarafından şekillendirildiği fikrini pekiştirdi. Rastgele seçilen ve daha önce agresif davranışlar sergilemeyen gardiyanlar, yalnızca güç pozisyonunda olmaları nedeniyle zalimliği uygulayanlara dönüştüler. Benzer şekilde, psikolojik olarak dengeli olan mahkûmlar, kendilerine dayatılan baskıcı koşullar nedeniyle hızla stres, pasiflik ve boyun eğme gibi durumlarla karşılaştılar.


Deney, aynı zamanda, bir grup ortamında bireylerin kişisel sorumluluk ve ahlaki yargılarını kaybettiği deindividüasyon (kimlik kaybı) kavramına dair kanıt sağladı. Üniformalar, anonimlik ve otoriteyle korunmuş olan gardiyanlar, günlük yaşamda sergileyemeyecekleri davranışlar sergilediler. Bu fikir, daha sonra kalabalık davranışları, grup düşüncesi ve kurumsallaşmış zalimlik üzerine yapılan diğer psikolojik çalışmalar tarafından da desteklenmiştir.


Bunun yanı sıra, deneyin bulguları sosyal psikoloji, suç bilimi ve organizasyonel davranış alanlarında, hiyerarşik yapıların insan eylemleri üzerindeki etkisini açıklamak için referans gösterilmiştir. Sonuçlar, Stanley Milgram’ın itaat deneyleri gibi önceki çalışmalarla paralellik göstermektedir; bu çalışmalar, insanlar, otoriter bir sistemde yer aldıklarında zararlı emirleri takip edebileceklerini göstermiştir. Bu bulgular, tarihsel zulümler, savaş suçları, insan hakları ihlalleri ve kurumsal skandallar gibi, bireylerin etik olmayan eylemleri sadece "emir takip etmek" ya da "sistemin içinde hareket etmek" olarak gerekçelendirdiği durumlardaki anlayışları geliştirmek için kullanılmıştır.



Kaynakça

Banuazizi, Ali, ve S. Movahedi. "Interpersonal Dynamics in a Simulated Prison: A Methodological Analysis." American Psychologist 30 (1975): 152–160.


Carnahan, Thomas, ve Sam McFarland. "Revisiting the Stanford Prison Experiment: Could Participant Self-Selection Have Led to the Cruelty?" Personality and Social Psychology Bulletin 33, no. 5 (2007): 603–614. https://doi.org/10.1177/0146167206292689.


Haney, Craig, W. Curtis Banks, ve Philip G. Zimbardo. "A Study of Prisoners and Guards in a Simulated Prison." Naval Research Review 30 (1973): 4–17.


Haslam, S. Alexander, ve Stephen D. Reicher. "When Prisoners Take Over the Prison: A Social Psychology of Resistance." Personality and Social Psychology Review 16, no. 2 (2011): 154–179. https://doi.org/10.1177/1088868311419864


Le Texier, Thibault. "Debunking the Stanford Prison Experiment." American Psychologist 74, no. 7 (2019): 823–839. https://doi.org/10.1037/amp0000401


McLeod, Saul. "Stanford Prison Experiment." Simply Psychology. Son erişim: 26 Mart 2025. https://www.simplypsychology.org/stanford-prison-experiment.html


"Stanford Prison Experiment." The Stanford Prison Experiment. Son erişim: 26 Mart 2025. https://www.prisonexp.org/


Zimbardo, Philip G. "On the Ethics of Intervention in Human Psychological Research: With Special Reference to the Stanford Prison Experiment." Cognition 2, no. 2 (1973): 243–256. https://doi.org/10.1016/0010-0277(72)90014-5


Zimbardo, Philip G. Craig Haney, W. Curtis Banks, and David Jaffe. The Stanford Prison Experiment. 1971.


Zimbardo, Philip. "Philip G. Zimbardo on His Career and the Stanford Prison Experiment's 40th Anniversary." Röportaj: Scott Drury, Scott A. Hutchens, Duane E. Shuttlesworth ve Carole L. White. History of Psychology 15 (2012): 161–170.

Sen de Değerlendir!

0 Değerlendirme

Yazar Bilgileri

Avatar
Ana YazarEsra Can26 Mart 2025 07:04
KÜRE'ye Sor